Bu gönderiyi okumak için gereken tahmini süre 3 dakikadır.
Bir İngiliz komedi filmi olan Monty Python and the Holy Grail’de garip bir sahne vardır. Bir kasabadaki kızgın bir topluluk, zorla önlerine aldıkları cadı giyinimli bir kadınla birlikte kasabanın reisine doğru giderler ve “Bir cadı bulduk, onu yakabilir miyiz?” diye sorarlar. Kızgın topluluğun kendinden emin olmasının aksine şövalye giyinimli kasaba reisi kadının bir cadı olup olmadığından emin değildir ve bu durumu sorgulamaya başlar. Kadının neden cadı gibi giydirildiğini sorar, neden cadı olduğunu düşündüklerini sorar, cadılara ne yapıldığını sorar ve sonunda bu sorgulama saçma bir hale bürünerek kadının ağırlığının bir ördekle aynı olması halinde cadı olacağına hükmedileceğine karar verilir.[1] Benim için bu ilginç sorgulamadan daha komik olan ise kızgın kalabalığın sorular karşısında kısa kısa düşünme anları yaşaması, ama bu anların sonunda da hep “O bir cadı! Yakalım onuuuu!” diye bağırmalarıdır. Kalabalık kendinden o kadar emindir ki kadını kendilerinin cadı olarak giydirmesi, ona sivri bir burun takmaları, bir kadınla odunu aynı kefeye koymak gibi saçma durumlar, bazı kısa anlar dışında hiç garip gelmez onlara. Bir yandan haklıdır da kalabalık. Çünkü Ortaçağ’da, bir kasabada, bir kadını cadı olarak niteleyip kasaba meydanında yakmaktan daha eğlenceli ne olabilir ki?
Bu sahneyi biz her gün farkında olmadan yaşıyoruz aslında. Kadınları cadı olarak niteleyip yakmıyor kimse elbette ama, birçok ciddi hususta bir muhakemeye girişmektense aşırı, radikal, uç söylemlere kapılmak daha eğlenceli ve kolay geliyor insanlara. Çünkü bir hususu muhakeme etmenin, onun nedenlerini, sonuçlarını, olumlu ve olumsuz yanlarını düşünmenin, bunların sonucunda da makul ve tutarlı söylemler geliştirmenin ilginç bir yanı yok. Her ne kadar bunu yapmak zor olsa da.
Örneğin, bir doğal afet meydana geldiğinde, bu doğal afetten zarar görenler için “oh olsun onlara hak etmişler demek ki” şeklindeki bir söylem olumsuz anlamda da olsa, insanlar tarafından daha çok ilgi çekecektir. Binlerce insan bu söylemleri paylaşarak “bunu diyecek şeytan karakterli insanlar da var” şeklinde tepki gösterecektir. Reklamın kötüsü olabilir elbette ama kötü reklamın da kişiye bir tanınırlık getirdiğinde şüphe yoktur. Bu nedenle de “şeytan karakterli insan” olarak da tanımlansa aşırıya kaçan ve makul olmayan bir söylemde bulunan kişi, hedefine ulaşır ve popüler hale gelir. Bu aşamada doğal afetin neden meydana geldiği, bir daha yaşanmaması için nasıl önlemlerin alınması gerektiği hakkındaki düşünceler, tartışmalar ve bunlar sonucunda öne sürülen makul, mantıklı söylemler küçük bir grubun ilgisini çekecek vaziyette kalır ve yaşanan linç kampanyaları arasında da gözlerden kaybolur. Nitekim insanlar, linç kampanyasına katılarak doğal afete ilişkin büyük bir sorumluluğu yerine getirmişlerdir zaten ve tatmin hissine vararak diğer tartışmalara girmeyi de gerekli görmezler.
Medyaya yansıyan bazı suçlarda da yaşanır bu durum. Mahkemenin yapacağı yargılama çok da önemli değildir. Masumiyet karinesi ve adil yargılanma hakkı gibi temel ilkeler öylesine vardır. Önemli olan bir cadı bulan topluluğun kurban isteğidir (veya tam tersi ellerindeki cadıyı masum bir peri yapma isteğidir). Zaten eğlenceli ve ilginç olan da atılan tweetlerle ve storylerle bir kişinin suçluluğuna veya suçsuzluğuna karar vermektir. Alıştığımız düzen de budur bizim. Roma’da başparmaklarıyla gladyatör öldüren, Fransa’da giyotinle gerçekleştirilen idam cezalarını seyirlik bir aktiviteye dönüştürenler bizle aynı türdendir. İnsan. Eşref-i mahlukat olanından hem de (!).
Mesela, ülkemizde bulunan sığınmacıların, mültecilerin ve geçici koruma statüsündeki kişilerin, ülkemizin demografik yapısını bazı açılardan tehdit ettiğini söylemek ve bu yüzden de uluslararası hukukun ve ulusal hukukumuzun izin verdiği ölçüde bu kişilerin sayısının olabildiğince azaltılması için çalışmalar yapılması gerektiğini söylemek makul olsa da sıkıcıdır. Tarafı olduğumuz uluslararası sözleşmelerden bahis açmak hukukçuların boş vakit öldürme aktivitesidir zaten. Bu kişilerin geri göndermeme ilkesini ihlal etmeden vatanlarına nasıl döndürüleceğini tartışmak da yorucudur. Oysa bu insanları mancınığa koyup atalım söylemi daha eğlencelidir ve daha kolaydır.[2] Bu nedenle de bu söylemin peşinden gidilir ve bunu söyleyenler de bu söylemin peşinden gidenler de sığınmacı meselesi hakkında büyük bir sorumluluğu yerine getirmiş olurlar. Bu aşamadan sonra neyin nasıl yapılacağı, usulün nasıl olacağı kime ne ki? Hem 21. yüzyılda birinin mancınıkla bir yerden bir yere atılmasını izlemekten daha keyifli ne olabilir ki (!)?[3]
Ama biz böyle yapmayalım. Biz ciddi hususlar üstüne oturup düşünelim, birbirimizle tartışalım, uzmanından öğrenelim. Beğenmediğimiz fikirler de olsa dinleyelim. Ayrıca bir konuyu tartışmayı isteyen, makul şekilde fikir belirten insanları da “yabancı sevdalısı”, “Türk düşmanı” gibi ifadelerle yaftalamayalım.[4] Biz muhakeme edelim arkadaşlar. Çünkü fikirler ve makul, mantıklı düşünceler sloganlardan doğmaz, muhakemeden doğar!
[1] Sahneyi şu bağlantıdan izleyebilirsiniz: https://www.youtube.com/watch?v=aHfJpe4LHF8&t=108s&ab_channel=MustafaAbdullahDemirel
[2] Benzer şekilde “onlar bizim kardeşlerimiz, istedikleri gibi gelirler giderler” şeklindeki sevgi pıtırcığı söylemler de
[3] Böyle bir şey var zaten. İzlemek isterseniz: https://www.youtube.com/watch?v=ezr86oW2J7A&ab_channel=ComedyVideos
[4] Dış güçlerden “fon” alarak güzellemeler yapanlar müstesna. Onlar ayrı bir yazının konusu.