Bu gönderiyi okumak için gereken tahmini süre 3 dakikadır.
Hiç akşam vakitlerinde, özellikle mesai saatleri sonrasında devlet kurumlarının binalarının yanında bulundunuz mu? Ben özellikle mesai çıkışı insan kalabalığını görmemek için eve gidiş sürelerimi geciktirmeyi tercih ediyorum ve, ya üniversitede ya da bir kütüphanede bulunuyorum genellikle. Ayrıca bu vakitlerde yürüyüşler yapmak da hoşuma gidiyor. Bunun da ruh sağlığıma olumlu yönde bir katkısı var. Neden mi? Çünkü hem bu saatler kuşların oradan oraya ötüşerek uçtuğu ve ücretsiz konser verdikleri saatler hem de bahçelerde bulunan çimlerin sulandığı saatler. Bu çimlerin sulanması işi de ortama hoş bir kokunun ve bu sıcak yaz günlerinde hafif de olsa bir serinliğin yayılması demek oluyor. Şöyle derin bir nefes alarak çim kokusunu içime çekiyorum bu saatlerde ve kuşların cıvıltısına eşlik eden su seslerini dinleyerek diyorum ki: Evet diyorum battı güneşim.
Battı güneşim çünkü litrelerce suyu yeşil bir ot yığınına boca ettik. Hem de ne için? İşte oralarda biraz yeşillik olsun, güzel bir görüntü ortaya çıksın, etrafa oksijen yaysın o otlar ve hem de üstünde yürüyüp oturabileceğimiz alanlar olsun diye.
Evet, bu dingin anların birinde biraz gerginmişim demek ki ve çimlere sinirlendim. Üstüne de düşündüm biraz. Çimlerin bize ne katkısı var ki bunlara bu kadar önem verip sevgi gösteriyoruz?
Şimdi öncelikle gözlemlerimi aktarayım. İlk olarak bu çimlerin belirlenen boş alanlara tohumlar vasıtasıyla dikimi gerçekleştiriliyor ve bir kere dikmekle de iş bitmiyor çünkü bazı alanlardaki çimler ölebiliyor ve gördüğüm kadarıyla bu alanlara tekrardan tohum atmak gerekiyor. Elbette bu çimler güzel güzel büyüsün diye de çimlerin, yağmur yağmayan günlerde (ve bazen yağmur yağan günlerde bile) sulanması gerekiyor. Ama öyle azcık su dökelim de bunlar nasıl olsa büyür minvalinde değil çimin olduğu tüm alanlara erişebilecek ve toprağı bütünüyle ıslatacak kadar su dökmek gerekiyor. Üstüne üstlük bu çim dediğimiz bitki bir yere kadar uzayayım da orada durayım da demiyor ve uzuyor efendim. E uzayınca da kesilmesi lazım bunun ki binanın önünü ot bürümüş gibi gözükmesin. Ayrıca ne kadar iyi bakarsanız bakın aralardan hep yabani otlar da çıkıyor çimlerle birlikte.[1] Genellikle çimlerin kapladığı alanlar büyük olduğu için de bunları kesmeye çim biçme makinaları gerekiyor ve küçük arabalar misali etrafta dolaşmaya başlıyorlar.[2] Bu arabaların giremediği yerler için de pervaneleri olan bazı araçlar devreye giriyor ve bir futbol sahasından daha küçük alanlar bazen koca bir günde ancak biçilmiş oluyor.
Bu aşamada size hatırlatmam gereken önemli bir şey de bu araçların hepsinin mazot veya benzinle çalıştığı. Yani hem bir fosil yakıt kullanıyoruz bunlar için hem de bu yakıtlar baskın bir koku yayıyor ortama. Gürültü de cabası.
Peki, bu kadar bakıma ve emeğe karşın çimler bize ne vaat ediyor? İşte birkaç dakikalık güzel bir koku, nadiren üstüne oturabilme özelliği (bu sadece üniversitelerde öğrencilerin kullandığı bir özellik genelde), yeşil olduğu için ferah bir görüntü, açık bir alan ve çok az da oksijen.
Şimdi mantığımızı devreye sokalım ve kendimize soralım: Gerçekten ihtiyacımız var mı bu çimlere? Yani bu kadar bakım ve su isteyen çimler yerine bu boş alanları ağaçlandırsak, o ağaçlar gölgelik alanlar yapsalar, sıcağı emseler, su baskınlarının önüne geçseler, kuşlar bu ağaçlarda yuvalar yapsalar, akşam vakitlerinde güzel güzel ötseler daha iyi olmaz mı? Bolca oksijen ve yeşil bir görüntü özelliğini de ağaçlarla sağlamış olmaz mıyız hem?
(Değerli okuyucu, şimdi sırada benim sosyal mesaj vereceğim kısma geçeceğiz ancak bu geçiş biraz keskin bir geçiş olacak çünkü ben çimlere gerek yok deyip konuyu kapatmayı düşünürken bu kısım bir anda aklıma geldi ve geçiş cümleleri üzerine düşünebileceğim kadar serin bir hava yok Ankara’da. Neden yok? Çünkü, işte çimlerin sulanması, bakımı derken küresel ısınma oluştu Dünya’da da ondan yok.)
Gerçekten derdimiz bu mu diye sordunuz mu buraya kadar okurken hiç? Ben sordum kendime. Ama kendimi de cevapladım. Derdimiz bu arkadaşlar. Çünkü aslında bu devletimizin kaynaklarının har vurup harman savrulması meselesi. Yani ben sanmıyorum ki bu devlet kurumlarını yöneten büyüklerimiz kendi bahçelerinde bu kadar zahmete ve masrafa girip çim alanlar oluştursunlar. Peki neden iş devletin bir binasına gelince bunu tercih ediliyor? Çünkü o masraflar için harcanacak para yöneticilerin kendi ceplerinden çıkmıyor. İşte tam da bu yüzden çimler bizim derdimiz. Biz vatandaşın parasını görsel zevkler uğruna, daha ucuz ve daha faydalı olan bir alternatif varken çimlere aktarabilecek bir devlet değiliz. Biz, harcanan her kuruşun en iyi şekilde harcanması ve bunun her alanda titizlikle takip edilmesi gereken bir ülkede yaşıyoruz.
Bu yüzden de üç köşeli yıldıza sahip arabalara binen, makam odasına kocaman televizyonlar koyan, odasındaki klimayı gece gündüz açık tutan, penceresinden yeşille mavinin ahenkli manzarasını izlerken kahvesinden bir yudum alan her yetkiliye; damlatan bir muslukta bile milli servetimizden bir pay olduğunu hatırlatmak hakkımız ve görevimiz var.
[1] Bu yabani otların ne kadar savaşçı karakterde olduğunu da bahçe işleriyle uğraşmış kişiler bilir. Elle çeksen kopmaz, iki damla suyla bile büyür bunlar. Ama kızmıyorum onlara (dikenliler ve ısırgan otu hariç).
[2] Çim biçme arabaları da aklıma hep Son Durak filminden bir sahne getirdiği için benim için biraz ürkütücü araçlar.