Bu gönderiyi okumak için gereken tahmini süre 4 dakikadır.
İslamcılar ve milliyetçilerin “yerli ve milli” iktidarında Gazze ve Doğu Türkistan’da soykırımlar devam ederken bu sınavları kaybettiğimizi şimdiden ilan edebiliriz, ilerleyen yıllar ne getirir bilinmez ama gelecek nesiller önceki yıllar boyunca dişe dokunur şeyler başaramadığımızı bilecekler. Doğu Türkistan’da yaşananlar hakkında çok az bilgi edinebilmemiz sebebiyle yeterince gündeme gelmiyor ve yaşanan soykırımın ciddiyeti fark edilemiyor diyebiliriz ancak bu bahanenin de sığınılacak bir yanı kalmadığını artık herkes görebiliyor. Zira her şeyden haberdar olduğumuzda da bir şey yapamadığımız ortada. Gazze’de olan bitenler gözümüzün önünde, ana akım gavur medyası görmezden gelse de yaşananları gözler önüne seren kanallar bulmak mümkün. Sosyal medyada da sürekli haber alabiliyoruz ancak sadece haber alabiliyor, ne bir harekete geçiyor ne de birilerini harekete geçirebiliyoruz. Elimizde boykot silahından başka bir şeyimiz yokken onda da kusurlarımız oluyor ya da böylesine insani bir meselede dost bildiklerimiz tarafından hafife alınıyoruz. Ayrıca bireysel seviyenin üstünde bizim “sözde” temsilcilerimiz bu boykotu vatan sathına ve uluslararası kamuoyuna taşıyamıyor, devleti, hükümeti, piyasayı, dünyayı gerekli adımları atmaya zorlayamıyor.
İktidar eleştirisi, iktidarın birçok imkana sahip olmasıyla ilgili, bize bizden olduğunu söyleyenler, yeni bir asır, yeni bir güç vaat edenler, uçuş hikayeleri anlatanlar dünyanın gözü önünde yaşanan soykırımlar karşısında halktan fazla tepki gelirse “sert dille” açıklamalar yapıyor. Oysa aziz vatanımızdan İsrail’e gemiler kalkmaya devam ediyor, diplomatik ilişkileri bile kesen taraf olmayı başaramadık. Haliyle olup bitenler geminin dümenindekilerin ideolojik pozisyonlarını da sorgulamaya açıyor. “Ne iktidarın nimetlerinden bir lokma faydalandık ne de bunlarla bir araya geldik” demek de bizi kurtaramaz zira aramızdaki benzerlikler çoğu zaman isim benzerliğinin de ötesinde. Ah bir biz yönetsek devleti böyle olmazdı, şöyle yapardık diyebileceğimiz hiçbir şey kalmadı. Geçen yıllarda birçok imtihan kaybedildi. Her ne kadar azımsanmayacak farklarımız olsa da bizimle ortak değerlerden, ortak hassasiyetlerden ve kimliklerden kişiler iktidarda, bu ne kadar çatışsak da Türk, İslam gibi birçok değerde hak iddia edenlerin ortak problemidir. Bu, şimdi söyleyebileceğimiz sözlerin tükenişini izlemek, gelecekte de başımızın öne eğilmesi demektir.
İktidar eleştirmemiz ya da eleştiriye iktidardan başlamamız adildir ancak iktidarda temsil edilen bu ideolojilerin muhalif renkleri açısından da durumun çok kötü olduğunu belirtmezsek adil bir değerlendirme yapmış olmayız. İktidar tarafından yapıp edilen ya da iktidarın (kendisini tehdit altında hissetmediği durumlarda) fikren kendine yakın gruplara izin verdiği kontrollü eylemlerin dışında kaç organizasyon oldu? Aynı cenahtaki muhalifler de iktidarı buradan sıkıştırıp bir şeye zorlayamıyor. Potansiyel temsilcilerimiz kendi çıkarları dışında bir şey temsil ettiğini söyleyebilecekler mi hakikaten? Partiler, STK’lar ilkesel bir duruş gösterebildiler mi ki güç sahiplerini ya da diğer yapıları eleştirebilsinler? Yaşanan insanlık dramı karşısında İslamcı, milliyetçi tepkiler büyük organizasyonlardan değil vicdanlı tabandan geliyor. Temsil, know-how (teknik bilgi) ve devamlılık problemleri yüzünden büyük taban tepkileri teşkilatlı olsalar çok daha büyük etkiler yaratabilecekken potansiyelinin altında kazanımlar elde ediyor ya da daha kötüsü, sönümleniyor.
Yazdıkça daha kötü şeyleri zikrettiğimi fark ediyorum, kendimi bile ye’se sürüklüyorum. Açıkçası bir diz dövme ve ye’se kapılma yazısı yazmak istemiyorum, zira ye’s bize haramdır. Sadece içinde bulunduğumuz zilletin yeterince anlaşılamadığını düşündüğüm için birlikte düşünelim diye bir hatırlatma yazısı yazmaya çalışıyorum. Haliyle sona yaklaşırken büyüklerimizden gördüğümüz üzere bunca şerrin içinde bir hayır arayalım derim. Kırmızı çizgilerin çekilip arkasında tepinilen, herkesin halinden memnun olduğu sığ Türk düşünce hayatında içinde bulunduğumuz durumun muhasebesini yapmak, ait hissettiğimiz (ya da çoğu zaman içine doğduğumuz) cenahları, bunların temsilcilerini, düşünürlerini sorgulayıp daha derinleşmek gibi bir hayır doğabilir. Bizden olduklarını iddia eden güç sahiplerini (partiler, sermayedarlar, mütefekkirler vs. gibi geniş anlamda) köşeye sıkıştırıp onlara delil sorar hale gelebiliriz, hiç değilse bizi kandırmak için daha çok çalışmaları gerekir. Bireyler olarak tabuları üzerinden birbirine hakaretler yağdıran kuru kalabalıkların ötesinde hakikati arayan ve ona yaklaşabilen insanlar olabiliriz. Ayrıca kuru kalabalıklardan sıyrılıp vatandaşlık bilincimizi güçlendirebilirsek temsilcisine hesap soran, verdiği vergide hakkını gören insanların sayısı artabilir. Böylece siyasi yapılar ve siyasete basamak olan sivil toplum örgütleri dışında bir farkındalık ve taban hareketi için şartlar oluşur. Ömür bitmedi, fertler olarak ömürlerimiz bitse de bitmeyecek bir olaylar serisi içindeyiz, imtihanı veremesek de ders alırsak bütlerde kendimizi avutabilecek sonuçlar görmek mümkün.
Bunların yanında Güney Afrika’nın İsrail’in savaş suçlarını Uluslararası Adalet Divanına taşıması heyecan verici, bunca kötü haberin arasında bir şeyler oluyor, vicdanlı insanlar ve yöneticiler de var dememizi sağlıyor. Dünyanın dört bir yanında, özellikle işgal ve sömürge görmüş ülkelerde ya da ülkesinin bunların faili olduğunun bilincindeki kalabalıkların tepkileri somutlaşıyor. Mahkemeyi izleyip göreceğiz ancak İsrail’in suçlarının zikredilmesi, sürecin birkaç ay öncesinde başlamadığının ortaya koyulması ve bunun bizzat apartheid rejimini yenmiş Güney Afrika eliyle gerçekleştirilmesi hakikaten çok kıymetli. İsrail İle ticareti durdurmak şöyle dursun, üretimi, sevkiyatı engelleyip ufacık dahi olsa bir aksamaya sebep olamayan bizlere bakıldığında insanlığı izzetini kurtaran Güney Afrikalı kardeşlerimizden öğrenecek çok şeyimiz var. Mahkemeden çok umutlu değilsem de Küresel Güney’in kaynadığını ve dayanışmanın yollarını aradığını görmekten mutluyum. İşin teknik kısmını daha çok bilenlere bırakacağım, uluslararası hukuka güvenmediğim için lisansta aldığım uluslararası hukuk dersi dışında bir derinliğim yok. Kaç hakim var? Nasıl seçiliyorlar? Süreç nasıl işliyor? Soruları gibi teknik sorulara ve ufuk açıcı ilkesel meseleler gibi nicelerine benden daha iyi cevap verebilecek EN AZ bir yazarımız olduğunu göz önünde bulundurarak burada daha bilgili yazarlarımıza bizi aydınlatma çağrısında bulunuyorum.
*Yazıda kullanılan görsel “Defeated Turkish steppe warriors returning from the field” komutuyla yapay zekaya yaptırılmıştır.