Can ve Zaman

Bu gönderiyi okumak için gereken tahmini süre 1 dakikadır.

“Âdemoğlu zamandan şikâyet ederek beni üzüyor. Hâlbuki zaman benim.”

Başımı göğsüne koyup mışıl mışıl uyuyan oğlumun kalp atışlarını, nefes alış-verişlerini dinliyorum. Vücudundaki bütün organlar, o organları oluşturan dokular, o dokuları oluşturan hücreler, o hücreleri oluşturan atomlar… Hepsi hareket hâlinde! Sonra bu hareketin, annesi ve babasının vücudundaki hareketin kesintisiz bir devamı, bir uzantısı olduğunu fark ediyorum. Bizdeki hareket kendi ana-babalarımızdan, onlardaki hareket ise yine kendi ebeveynlerinden miras…

Yerküreyi dört buçuk milyar çarpı üç yüz altmış beş kez tersine döndürdüğümde; etrafımdaki bütün insanların, hayvanların, bitkilerin (…) giderek tek bir noktada buluştuğunu ve hepsinin aslında aynı hareketi tevarüs ettiklerini görüyorum. Filmi biraz daha geri sardığımda canlı – cansız ayrımı silikleşiyor. Soluduğum havayla, içtiğim suyla, avucuma aldığım toprakla aynı hareketi paylaştığımı anlıyorum. Yerküre ve Güneş Sistemi’ndeki diğer gezegenler, kendilerini doğuran yıldızın kalbine geri dönüyor. Nihayet katrilyonlarca galaksi, büyük patlamanın merkezine irca oluyor. Evrenin öbür ucundaki zerrelerle birlikte, aynı hareketi sürdürdüğümü idrak ediyorum.

İşte; Varlık’ı Hareket, Hareket’i Varlık olarak iliklerime kadar hissediyorum. Spinoza’nın conatus, Bergson’un élan vital dediği şey bu olsa gerek!

Oğlum uykuya dalalı bir saat olmuş. İyi de, bunu nasıl bilebiliyorum? Yerkürenin Hareket içindeki hareketini, yani kendi etrafında dönüşünü yirmi dörde bölüyor ve bir saat diyorum. Demek ki zaman, olan-bitenden bağımsız, takımdan ayrı düz koşu yapan bir şey değil. Demek ki zaman, aslında Hareket-eden-Varlık’ın bir veçhesinden ibaret. Tıpkı can gibi…

Bizimki uyandı. Bana müsaade!

Paylaş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir