Bu gönderiyi okumak için gereken tahmini süre 4 dakikadır.
Osmanlı Devleti’nin güçten tamamıyla düştüğü yıllarda, artık Türkler dışında herkes müziğin sona ereceğini ve oturmak için bir yer bakmanın tam zamanı olduğunu anlamıştı. 19. yüzyıldan bahsediyorum. Bu yıllarda Türkler herkese bu müziğin, eğer hepimiz istersek, devam edebileceğini anlatmak için çırpınıyor fakat sözünü pek de kimseye dinletemiyordu. Herkes bir yeri gözüne kestirip burası tam benim oturacağım bir yerdir ve burada oturan başkası varsa ben onu gerekirse yaka paça oradan kaldırmalıyım demekteydi. Türklerin diğer milletleri ikna çabası epey sürse de, özellikle 20. yüzyılın başlamasıyla beraber o müziğin kesin olarak susacağı ve belki ayakta kalanın Türkler olacağı ihtimali göründükten sonra bu oyunun bir parçası olmaktan başka bir seçenek kalmamıştı.
Bizim Balkanlar’da başımıza gelen ve Ermenilerin Anadolu’da başına gelen aslında tam olarak budur. Bu dönemde her millet, “kimin gücü kime yeterse” prensibiyle bir yerleri kendine vatan edinebilmek maksadıyla bazen haklı bazen haksız; bazen kanlı bazen kansız bir şekilde bir yerlerden kendine düşman gördüğü unsurları çıkarmaya çalıştı. Burada tam olarak nelerin yaşandığının tespiti tarih biliminin konusudur elbette, fakat pek de bilimsel olmayan bir şekilde şunu söyleyebilirim ki mutlak surette Balkanlar’da bazı Türkler Yunanları, bazı Yunanlar Türkleri; Anadolu’da bazı Türkler Ermenileri, bazı Ermeniler Türkleri öldürmüştür. Kim kimi, ne kadar ve nasıl öldürmüştür bunu bilemem. İnsan ölümünü “muhasebeleştirmeye” de her zaman karşıyım zaten… Ama bu gibi hadiselerin yaşandığına kesin olarak eminim.
Dolayısıyla meseleye “geçmiş acılar” perspektifinden bakarsak; Türklerin, Yunanların, Bulgarların, Ermenilerin ve daha birçok milletin bu kanlı yıllara dair son derece hazin öyküleri elbette vardır. Yurdundan edilen, canını veren, onuru zedelenen… genç-yaşlı milyonlarca insanın belki olabilecek en acı hatıraları yaşadığı bir dönemden bahsediyoruz. Bu bağlamda bakıldığında tek tek bu coğrafyada yaşayan bütün milletlerin acısı, saygı duyulmaya değerdir. Bu yönüyle, Ermenilerin de acısına saygı duymakta herhangi bir sakınca görmüyorum elbette ki. Nihayetinde “tehcir” bu, memleketinden sürülmek dahi başlı başına saygı duyulması gereken bir acıdır üstelik süregelen savaş şartlarında hiç de öyle güle oynaya, güvenliğin iyi bir şekilde tesis edilebildiği bir yolculuk olmayacağı da apaçık… Bu sebeple Ermenilerin acısını hiç görmeyen, masum bir şekilde Anadolu’da yaşamını sürdürmeye çalışan Ermenilerin varlığını tamamen reddeden bir anlayışı kabullenmem mümkün değil. Bununla birlikte, aynı şekilde Anadolu’da bizzat Ermeniler tarafından katledilen Türklerin; Balkanlar’da öldürülen, yurtlarından edilen Türklerin acılarının tamamıyla, hatta Türkler tarafından bile, göz ardı edilmesini de içime sindiremiyorum. Konuyu insani düzlemde ele alıyorsak burada her milletin acılarını kabul etmek, kan ve göz yaşı dolu bu yılların Osmanlı coğrafyasındaki milletlerin tamamına getirdiği felaketleri anlamak gerekir diye düşünüyorum.
Meseleyi politik düzleme taşıdığımız zaman ilk başta bahsettiğim üzere o yıllarda yaşananların bir bellum omnium contra omnes hâli olduğunu hiçbir zaman unutmamak lazım gelir. Herkesin herkese karşı savaşı olarak ifade edebileceğimiz bu hâlde, Türklerin yaptığı eylemleri de bir kaos hâli içerisinde yapılmış ve bu gözlükle değerlendirilmesi gereken eylemler olarak algılamalıyız. Zira, her ne kadar bir devletten ve bu devletin bir topluluğu temizleme hareketinden bahsedilse de o günün şartlarında gerçek anlamıyla işleyen bir devlet mekanizmasının ve operasyonları sorunsuz yürütmeye yetecek bir lojistik altyapının varlığı oldukça şüphelidir. Daha çok, bu süregelen savaş hâlinin mecburi bir tarafı olan ve politik hatta etnik olarak da bütüncül bir yapı arz etmeyen Türklerin bir kısmı, ki bunlar esasında devlet dışı unsurlardır,kimi zaman savunma, kimi zaman intikam, kimi zaman vatan müdafaası, kimi zaman ganimet elde etme veya kimi zaman şahsi husumet sebebiyle; kısacası bazen meşru müdafaa kapsamına alınabilecek veya haklı görülebilecek şekillerde bazen ise salt cinayet maksadıyla hareket etmiştir. Buna karşılık devlet diyebileceğimiz yapının içerisindeki kişilerin bir kısmı tehcir kılıfını kullanarak birtakım Ermenilerin öldürülmesine göz yummuşsa bile, devletin büyük bir kısmı bu tehcir operasyonunu gerçekleştirmekle birlikte can kayıplarını engellemek ve can kayıplarına sebep olanlar varsa bunları cezalandırmak yönünde bir refleks göstermiştir. Araştıranlar kolaylıkla bulabileceklerdir, tehcir sürecinde aşırıya gidilmesine muhalif tutum gösteren devlet adamları ve şiddet eylemleri sonucunda mahkemelerce cezalandırılan hatta idam dahi edilen birçok kişi mevcuttur. Nitekim, soykırım iddialarını çürüten en önemli deliller olarak da bunlar gösterilmektedir. Ayrıca, her ne kadar bugün bu silahlı mücadelenin galibi Türkler olduğu için bütün ışıklar bu tarafta yoğunlaşmış olsa da, objektif bir gözle bakıldığında Türklere karşı sayısız Ermeni katliamının var olduğu da kolayca görülebilir.
Dolayısıyla, yaşananların bir devletin azınlık bir topluluğu etnik temizliğe tabi tutmaktan çok uzak bir nitelikte olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. İsyanlardan ve katliamlardan ayakta durmaya bile mecali kalmayan hasta adam, bir de büyük savaşın hararetiyle Doğu’daki isyanlara radikal bir çözüm getirmeye, düşmanlarının içeriden destekçi ve asker bulmasını kökten engellemeye çalışmış bu hususta da kendi gerçeklikleri içerisinde kısmen başarılı olmuştur. Bununla beraber, toplumların arasına belki elli yıl öncesinden beridir kan girdiği için karşılıklı katliamları ve kötü muameleleri engellemekte sınıfta kalmıştır. Bu sebeple bu konuda suçun yalnızca Türklere yüklenmesini reddediyor, karşılıklı olarak Türklerin ve Ermenilerin bu suçu paylaşması gerektiğini düşünüyorum. Zira devletin engelleyemediği tek şey bazı Türklerin Ermenileri öldürmesi değil, aynı zamanda bazı Ermenilerin de Türkleri öldürmesidir. Basitçe ifade etmek gerekirse, aslındaburada kimse sütten çıkmış ak kaşık değildir.
Hâl böyle iken, sanıyorum üzerinden yüz yıldan fazla zaman geçmiş acıları politik bir bağlamda diri tutmak herkese zarar getirir. Özür dilemek de, özür beklemek de yersizdir. Özellikle Batı dünyasının, konu ile ilgisi olmayan ülkelerin bir siyasi sopa olarak Ermeni meselesini Türkiye’ye karşı kullanma çabaları ve Ermenistan’ın buradan bir milli kimlik inşa etmeye çalışması konunun her fırsatta bağlamından koparılmasına ve bir düşmanlık anlatısı oluşturulmasına hizmet etmektedir. Oysa iğne burada, çuvaldız orada… Objektif bir gözle yapılan tarih kime neyi batırıyorsa kabulümüzdür. Fakat hepsi bu. Bunun ötesinde, meselenin politik bir gerçekliği kalmamıştır. Geçmişin yükünü artık bir yerde bırakmanın herkese faydasının olacağı kanaatindeyim.