Bu gönderiyi okumak için gereken tahmini süre 3 dakikadır.
Eski bir zamanda gördüğüm aşağıdaki grafik beni oldukça etkilemiştir. OECD 2013 verilerinden beslenerek hazırlanmış, gelir eşitsizliği ve gelir yeniden dağıtımı konusunda uluslararası karşılaştırmaya izin veren oldukça sofistike bir grafik olduğunu düşünüyorum. Gelir eşitsizliği açısından Türkiye’ye ve siyasetin kendisine dair düşünme biçimimi kökten etkileyen bir grafik olduğu için, yazıyı bu grafikle açmak istedim.
Grafikte en temelde, ülkelerin gelir eşitsizliğini gösteren bir endeks olan Gini Katsayısı bulunuyor. Kısaca açıklamak gerekirse, ülkeler arası gelir eşitsizliği karşılaştırmasına izin veren bu katsayı, 0 ile 1 arasında değişebilirken, 1’e yaklaştıkça eşitsizliğin arttığını, 0’a yaklaştıkça eşitsizliğin azaldığını söylüyor.
Bu grafiği ilgilendiren bir başka kavram ise vergi öncesi ve vergi sonrası gelir tanımları. Vergi öncesi geliri brüt maaşınız, vergi sonrası geliri ise net maaşınız olarak düşünebilirsiniz. Grafiğin en çekici yanı ise eşitsizliği her ülke için vergi öncesi ve sonrası gelir eşitsizliği olarak resmetmesi ve ülkeler arası karşılaştırmaya imkan tanıması. Nitekim bu yazının devamı bu grafik üzerine olacağı için, grafik için 1 dakikalık saygı duruşunuzu rica ediyor, yazıya devam etmeden önce bir süre incelemenizi öneriyorum.
Grafikte üçgenlerle gösterilen vergi öncesi gelir eşitsizliğini yapısal gelir eşitsizliği, çizgiler ile gösterilen vergi sonrası gelir eşitsizliğini ise gerçekleşen gelir eşitsizliği olarak yorumluyorum. Yapısal gelir eşitsizliği, tarihsel, kültürel ve birçok toplumsal sebepten beslenen, mali politikalar uygulanmadığı durumda oluşacak olan gelir eşitsizliği olarak düşünülebilir. Gerçekleşen eşitsizliği ise mevcut gelir dağılımındaki yaşadığımız eşitsizlik olarak düşünebiliriz.
Haliyle bütün ülkelerde, üçgenler çizgilerin üzerinde seyrediyor. Bu demek oluyor ki hiçbir vergi politikası eşitsizliği artırıcı bir etki yaratmamış. Bu da bizi literatürdeki gelirin yeniden dağıtımı kavramına getiriyor. Devlet bu noktada kaçınılmaz olarak eşitsizliği giderici bir rol oynuyor. Üçgenlerle çizgiler arasında yer alan dikey çubukların karşılaştırılması ise sezgilerimizi fena halde tetikliyor olmalı! Bu dikey çubukların uzunluğunu vergi politikalarının yeniden dağıtım kapasitesi olarak yorumlayabiliriz. Bir ülkede dikey çubuklar ne kadar büyükse, vergi politikalarının gelirlerdeki yeniden dağıtım kapasitesi o kadar yüksektir diyebiliriz.
Bu uzunca grafik tanıtımının ardından Türkiye’deki vergi politikalarının yeniden dağıtım kapasitesine, yani gelir eşitsizliğini ne kadar azaltabildiğine bakalım. Neredeyse 0! Hadi 0 demeyelim, Meksika’dan bir seviye daha iyi!
Daha da enteresan olanı, Türkiye’deki vergi öncesi eşitsizlik, yani yapısal eşitsizlik, sosyal demokrasisiyle ünlü birçok Avrupa ülkesinin ve OECD ortalamasının altında görünmesi. Bu demek oluyor ki, bizde halihazırda var olan ve kültürle beraber gelen yapısal gelir eşitsizliği, özenilen birçok topluma göre daha düşük. Türklerin konargöçer kökleriyle Avrupalıların feodal mazisi arasındaki farklarla açıklanabileceğini düşünerek, fazlasıyla dolaylı olduğunun farkında olduğum bu çıkarımı ifade etmekte bir beis görmüyorum. Peki bu önermeyi kabul ettiğimiz durumda, geriye tek bir soru kalıyor. Neden biz eşitlikçi toplumsal köklere sahipken, Türkiye’de gerçekleşen eşitsizlik bu denli yüksek?
Türkiye dikey çubuğunun güdüklüğüne baktığımızda açıkça anlaşılıyor ki sorununun kökleri, devletin yeniden dağıtımdaki rolünde yatıyor. Özenilen ülkelerde maliye politikaları ve vergi sistemlerinin, Türkiye’den farklı olarak eşitsizliği giderici bir rol oynadığını söyleyebiliriz. Biz bu konuda kartelleriyle ünlü Latin Amerika ülkelerinin ligindeyiz, Meksika ve Şili gibi.
Bu grafik aynı zamanda bize başka bir gerçeği de anlatıyor. Yapısal eşitsizliği yüksek ülkelerin devletin yeniden dağıtımdaki etkin rolüyle birlikte gerçekleşen eşitsizliği düşürmeyi başarmış olmaları, siyasetin bu tip meseleleri çözmekteki başarısını gösteriyor. Devralınan mirasa rağmen daha eşitlikçi bir toplumun mümkün olduğunu ve bunun yolunun da siyasetten geçtiğini düşünüyorum.
Bu, benim içimi oldukça yaralayıcı bir konu. Siyasetin, demokrasinin ve hatta milliyetçiliğin tam olarak hedefinin bu dikey çizgiyi büyütmek olması gerektiğini düşünüyorum. Bu çizgiyi büyütecek bir siyaset mekanizmasının nasıl inşa edilebileceğine kafa yormak gerekiyor. Bu çizgi böylece güdük kaldığı sürece, siyasetin de demokrasinin de anlamı yok oluyor benim zihnimde. Bütün bu fikir serüveninin sonunda diyebilirim ki siyaset ve devlet, ancak eşitsizliği giderici rolüyle meşruiyetini kazanır.
Hepimiz hayatımızı, kazandığımızı ve kamusal alan uğruna ödediklerimizi tekrar bir düşünelim. “Vergiyi tabana yayacağız” diyen kıymetli büyüklerimizi de ayrıca düşünelim. Ben hikayeyi düşünmeye buradan başlayınca, zihnimde tek bir gerçeklikle baş başa kalıyorum. Türk devletinin paylaşıma dair kararlarını sermaye sahiplerinin çıkarları belirledikçe, tabi ki bizim dikey çubuğumuz güdük kalacak. Siyaset büyükçe bir çatışma alanı ise, bu alanda garibanın tek gücü de kolektif aksiyon gücüne erişebilmek ve siyaseti kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirebilme gücüne sahip olabilmek. Zenginin parası varsa, garibanın da kolektif aksiyon gücü var demek istiyorum. Yoksa da olmalı!
Eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, çalışma, kültür, spor, gençlik vs. Aklınıza hangi alan gelirse gelsin, temel perspektifinin bu çizgiyi büyütmek olması gerektiğini düşünüyorum. Şu unutulmamalı: Mülkiyetimizde zannettiğimiz birçok şeyin, gerçek sahipleri bizler değiliz. Sahip olduğumuz ayrıcalıkların sefasını sürerken, o ayrıcalıklara sahip olmamızı sağlayan yığınlar olduğunu unutuyoruz. Siyaset bu yığınların sesi olmak zorunda. Tek çıkış yolu, siyaseti zenginlerin sınıf bilinciyle hükmettikleri ve devletle el ele vererek garibanın üzerinde tepindikleri bir alan olmaktan çıkarmak. Ben başka bir yol göremiyorum.
Siyaset, toplumun tamamının hakkına hukukuna çöreklenmiş bir avuç elitin elinde tuttuğu zenginliğin eşitlikçi bir yaklaşımla bütün toplumun zenginliği haline getirilmesini hedeflemek zorunda. Aksi durumda siyaset, elitlerin elindeki sopadan başka bir anlam ifade etmiyor benim için.
“Beşiktaş nasıl kurtulur?” – Bence böyle düşünmeye başlayarak kurtulur.