Bu gönderiyi okumak için gereken tahmini süre 2 dakikadır.
31 Mart gününü kapatırsak, 2024 yerel seçimlerinin çoğumuz için sürpriz bir sonuç doğurduğunu söylemek sanırım yanlış olmayacaktır. Sabah kalktığımda, bugün seçim olacağını bile unutmuş, sandık başına gittiğimde halen kime oy vereceğimden habersizdim. Sandıklar açıldığında –ve devamında- şaşırmakla beraber sevindiğimi ya da üzüldüğümü söyleyemeyeceğim. Nitekim kimlik siyasetine hapsolmuş Türk politikası, bu seçimde bana kendimi evsiz ve sahipsiz hissettirmeye devam ediyor.
Kimlik siyasetine hapsolmuş Türk politikası kavramı, bu yazıda derinine inemeyeceğim, hatta benim siyaset bilgimi aşacak bir kavram olmasına rağmen, söylemek istediklerimi söyleyebilmek açısından şu kısmına değinmem gerekecek. İki partili yeni yapımızda, kimlik siyaseti “ülkücüler” gibi sert sınırlara sahip hatta tekeli alınmış bir sıfata sahip olmuş kimseler yalnızca ideoloji olmakla kalmaz kişinin belirleyici sıfatı, kimliğinin ayrılmaz parçaları, belirleyici karakterleri haline gelirler. Reelpolitiğin bu ideolojinin patentine sahip siyasi kurumları değiştirmesiyle birlikte olduğu yerde kalmak isteyenleri bir kimlik karmaşası bekleyecektir. Gerçi farazi konuşmanın anlamı yok. Tam olarak bunu yaşadık. Yıllarca karşısında durduğumuz AKP ile ittifak kuran MHP, aynı hassasiyetlere sahip bizleri geride bıraktı ve iki elle sıkı sıkı tutunduğumuz ülkücülüğümüzü de yanında götürdü. Geride kalanların yaratmaya çalıştığı hareketler ise, fikir siyaseti yürüttüğünü iddia eden bizler için pragmatist –hatta kaypak– kaldı. Sonuç olarak hareketsiz kaldık.
2015 sonrası siyasette kimsesiz kaldıktan sonra 2019 yılında Mansur Yavaş’ın Ankara Büyükşehir Belediyesi’ni kazanmasıyla beraber içime bir umut dolduğunu kabul etmem gerekiyor. Daha o günlerden, 2023 seçimlerinde Mansur Yavaş’ın Cumhurbaşkanı adayı olacağını ve “bileğinin hakkıyla” kazanacağını iddia ediyordum. Aradan geçen 4 yıl ve “3-6 Mart Süreci” sonrasında ise Mansur Yavaş’a bu seçimlerde oy vermemeye geçen seneden yemin etmiştim. Bu tepkimin sebebi, Mansur Yavaş’ın iyi ya da kötü bir belediyeci olması veya Cumhurbaşkanı adayı olmayı reddetmesi değildi. (Bu satırları yazarken “adayı” kelimesini unutarak “Cumhurbaşkanı olmayı reddetmesi” yazdım. Sanırım anlam değişmeyecekti) Tepkimin sebebi, 3-6 Mart sürecinde Mansur Yavaş’ın dönemin CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nadesteğinden ziyade “tabiyetini” açıklamasıydı. Ortak eski sıfatımız nedeniyle aşına olduğumuz teba–hakim ilişkisinden kopma çabasıyla kendisine bir Türk Milliyetçisi olarak oy verirken kendisinin “Liderine” sarsılmaz sadakatini ileri sürmesi ihtiyaç duyduğumuz değişim için gereken kişinin Mansur Bey olduğuna dair olan inancımı sarsmıştı. Aradan geçen 1 senede ise kendisine oy vermek için herhangi bir sebep bulamadım. Bu nedenle bu seçimde bir Ankara seçmeni olarak Büyükşehir pusulasını boş olarak sandığa attığımı söylemekte bir beis görmüyorum.
Bu akşamın neticesinde bir erken seçim olacağını ve Ekrem İmamoğlu ile Mansur Yavaş’ın AKP adayına karşı muhalefet bloğunun adayı olmak için yarışacağını söylemek abartı olmaz diye düşünüyorum. Bu yarışın kazananın Mansur Yavaş olacağına kendisinin zaafları ve kabiliyetlerinden bağımsız olarak pek ihtimal vermiyorum. Nitekim en ufak bir çıkışta kendisine eski ortak sıfatımız hatırlatılacak ve kendi evlerinin sakini tercih edilecektir. Buna karşın kendisine gelecek seçimlerde başarı dilemekten kendimi alamıyorum.
Sonuç olarak, mutlu veya mutsuz olmaksızın kapattığım bu seçim akşamında dostum Metin’in bana söylediği şu cümleyi aklımdan çıkaramıyorum. Her şey tersine döndü, biz yine kimsesiz kaldık. Umarım Mansur Bey bu cümleyi kurmak zorunda kalmaz.