Niçin Terörist Değilim?

Bu gönderiyi okumak için gereken tahmini süre 5 dakikadır.

Otostop çekmek gençler arasında rağbet gösterilen bir ulaşım biçimi haline geldi. Büyükşehirlerin merkezlerinde değil ancak küçük şehirlerde veya büyük üniversite kampüslerinde ve çevre muhitlerde otoyolun kenarında elini yumruk yapıp baş parmağını kaldırarak bekleyen gençlere rastlamak çok normal artık. Özellikle üniversite kampüslerinde giriş ve çıkışlar da güvenlik güçlerince kontrol edildiği için otostop gençler arasında bir yardımlaşma biçimine dönüştü. Bilkent Üniversitesinde okuyan bir öğrenci olarak bu durumdan çok memnunum, çünkü otostopun kişiyi ekonomik ve fiziksel ve hatta trafikte şoförlerin içinde bulunduğu buhranı düşünürsek zihinsel de bir külfetten kurtarmanın yanında müthiş derecede geniş bir sosyal ağ da kazandırdığını düşünüyorum.

Otostopun cazibesine kapılmış biriyim. Bu benim için artık bir bağımlılık şeklini aldı. Kampüs içindeyken genellikle, kampüs dışındayken de yorgun hissedince bu yola başvuruyorum. Tanıştığım yeni insanlarla tamamen yalana dayalı bir sohbet kuruyor ve onlar hakkında bilgi alıyorum. Yaşadığım toplumu hem mikro hem makro ölçekte anlamama ufacık bir yardımı olmuş olsa dahi otostopu aslında bu küçük faydası için değil, bana kazandırdığı farklı kimliklerin getirisi olan büyük bir keyif için tercih ediyorum. Arabasına bindiğim bir yabancıyla herhangi bir konu hakkında konuşurken aslında bana ait olmayan fikirleri sunmaktan, onun tepkilerini ölçmekten ve kendime farklı bir Enes Faruk Ertan yaratmaktan müthiş zevk duyuyorum. Ancak bu tabii ki her zaman böyle olmuyor, bazen karşılaşmayı hiç beklemediğim insanlarla karşılaşınca kendimce kurduğum bu küçük oyundan keyif alamıyor, küçük bir gerilim zincirine boğuluyorum.

Geçtiğimiz günlerde gerilim içinde geçirdiğim bir yolculuk yaşadım. Ankara’yı bilenler anlayacaktır, biraz uzak bir semtten, Yapracık’tan şehir merkezine gitmem gerektiğinde otostopa başvurdum. Arabasına beni alan zatla sohbet etmeye başladığımızda ben arabanın havasından suyundan bir gariplik hissetmeye başlamıştım. Şoförün kullandığı sözcükler ve “Selamun aleyküm” lafzının telaffuz biçiminden anladığım kadarıyla bir Fettullahçının arabasına binmiş olma ihtimalimi düşündüm. Çok geçmeden anladım yanılmadığımı. Arabasına bindiğim ve en az yarım saat yol gideceğim kişi terörist örgütten ‘hizmet hareketi’ diye bahseden, benim gibi gençlerin dünyayı ancak risale okuyarak anlamlandırabileceğini düşünen, hak ve batılın savaşında sadece hocaefendilerinin hakkı savunduğuna inanan buz gibi bir Fettullahçıydı. Toplumda ayıplanan, en azından orta seviye zeka ve eser miktarda ahlak sahibi insanın terörizm övgüsü duyduğunda kocaman bir küfürle karşılık vereceği söylemlerle yabancı bir arabada karşılaşınca ne yapacağımı pek bilemedim. Genellikle susup Fettullahçı şoförün konuşmalarını dinleyerek ve arabayı olabildiğince detaylı bir şekilde gözlemleyerek yolculuğumu geçirmeye karar verdim.

Anlattığına göre adam yurt dışında yıllarca polisten kaçmış, yakalanınca da 3 yıl hapiste yatmış. Yıllarca çocuklarını görmemiş, sefil şartlarda hayatını idame ettirmiş, sevdiklerinden haber bile alamadığı zamanlar olmuş. Ancak bütün bunlardan sonra, özgürlüğüne kavuşunca, otostop çeken bir genci arabasına aldığında bile bu adam başına gelenlerin nedenini belli ki pek sorgulamamış olacak ki bana ‘hizmet hareketi’ni övüp numaramı almak istedi. Düşünüyorum, eğer ben biat ettiğim bir örgüt ya da kişi yüzünden ufacık bir zarar görsem dahi isyana kalkışır, sorgusuz sualsiz kabul ettiğim her şeyin doğruluğunu artık reddetmeye başlardım.

Bunu dememe gerek yoktur elbette ancak teröristin ahlaklı olmadığını düşünüyorum. Kimisi onların kendilerince yüce gördüğü bir amaç için çok zorluğa katlandığını söyleyebilir ancak iddia ettiğim şey ahlaklı olabilmek için o ‘yüce amacın’ doğruluğunu sorgulayarak kabul etmenin gerektiğidir. Erzurumlu bir hocanın beş para etmeyecek kendi hevesleri uğruna çocuklarını göremeyen bir baba, bunun hak batıl savaşında doğru safı tutmanın bir kefareti olduğuna inanıyorsa ortada yüce amaç falan yoktur; kandırılacak kadar düşük zekalı ve önceliklerini seçme kabiliyetinden yoksun bir baba vardır ve bu da terörizmin bir insana yaptığı en büyük kötülüklerdendir.

Ben terörist değilim. Devletin medeni ve insanî bir aygıt olduğunu biliyor, aklımı bir şeyhe teslim etmişçesine davranmanın insan ahlakına aykırı olduğunu düşünüyorum. Erdemli bir insanın hayır diyebilmeyi öğrenmesi gerektiğini bildiğim gibi zarara uğradığını fark ettiğinde bunun müsebbiplerinden hesap sorması gerektiğini de biliyorum. İsyanın ahlakını, aklın ve muhakemenin değerini burada aradığım için bir şeyhe bağlanmıyor ya da insani koşulların olmadığı küçücük mağaralarda elimde keleşle uyumuyorum.

Ben terörist değilim. Onların vadettiği gibi dünyaüstü gözüken spiritüel ve radikal kavgalarım yok, tamamen onların belirleyeceği şekilde yaşayacağım bir hayatım yok, çocuğuma koyacağım isme bile karışan bir şeyhim yok, kısacası aklımı bir kenara koyup sorumluluklarımı devredebileceğim bir figür ya da anlatı da yok. Ben ulus devletin en büyük tezinin savunucusu olarak Türk milletinin bir ve beraber olacak şekilde sınıflara ayrılmadan yaşaması için hayatımı idame ettiriyorum ve iddia ediyorum ki bu gayret bütün teröristlerin kendilerince inandığı bütün kutsalların üstünde bir gayret. Eğer çocuğumu görmeyeceksem ya da hayvanların bile girmeyeceği mağaralarda yaşayacaksam yalnızca bu amaç için bunlara katlanırım, ancak gelin görün ki medeni bir araca sahip olduğum için benden böyle fedakarlıklar zaten beklenmiyor, bir teröristten beni ayıran en önemli fark da zaten kanımca burada yatıyor.

Öte yandan zihin dünyalarımız açısından bir teröristten daha az adanmış ve daha az tutkulu olduğum kanaatinde değilim. Belki ezoterik bir din anlatan şeyhin terli atletlerini koklayacak kadar kendimden geçmiyorum ya da bombalı eylemlerle masumların canına kıymayı bir cihat bellemiyorum ancak teröristin kendi ‘yüce amaçlarına duyduğu aidiyetin çok daha fazlasını ben kendi milletinin refahı ve huzuru için hissediyorum.

Bağlılığımız açısından değil ancak sahip olduğumuz araçların teröristleşmesi bakımından endişeliyim. Bizi teröristten ayıran uzlaşma ve konuşma yeteneklerimizin rafa kaldırılmaya çalışıldığını düşünüyorum. Siyasi sorunların askeri yollarla çözülmeye çalışılması ya da çözüm sürecinde gördüğümüz gibi güvenlik problemlerinin hasıraltı edilip art niyetli hamlelere göz yumulması, nihayetinde de bürokratik uzlaşmanın azalmasıyla içine girdiğimiz yönetim krizinin aşılması için popülist bir rota izleyen Cumhur ittifakının terörle mücadelesinin doğru yolda olduğunu kim söyleyebilir?

Teröristi korkutmayalım demiyorum elbette ancak siyasette yaratılan seçimi kazananın her şeyi kazandığı, kaybedeninse her şeyi kaybettiği ikliminin bizleri terörist hislere sürükleme tehlikesinden bahsediyorum. Dışlanıyoruz, kazanımlarımız yok sayılıyor hatta belki de çökülmek suretiyle el değiştiriyor, en ufak beklentilerimiz bile harlanmaya imkan bulamadan söndürülüyor. Bu hem politik hayatımızda hem kişisel hayatımızda böyle ilerliyor. İşte bu sebeplerle Cumhur ittifakının terörizmle savaştığına inanmıyorum.

Seçim arefesinde hepimiz ucundan kıyısından da olsaiktidarımızın teröristlere nefes aldırmadığı laflarını duymuşuzdur. Pratik anlamda neler olduğunu en fazla hepiniz kadar biliyorum, detaylı anlamda konuya hakim değilim, o başka bir tartışma konusu, ancak değinmek istediğim şeyin medeni devlet zihniyetinin teröristleşme eğilimi olduğunu anlatabildiğimi düşünüyorum. Evet, terör uzmanları belki terörizmin terörize edilerek savaşılmasını bir metod olarak sunabilir fakat iktidar sahiplerimizin kendi bulduğu yerli ve milli metodu bu bağlamda değerlendirmeyi biraz safdillik olarak görüyorum. Sanılandan çok daha derin bir yönetim krizinde olduğumuzu, çeşitli paranoyaların toplumumuzda açtığı yarıkları derinleştirmeye başladığını bir vatandaş olarak hissediyorum ve bundan sorumluluk duyuyorum. Bu sebeple tarafı olduğum bir kavgada beni düşmandan ayıran şeyin değerini özümsemeyi, özgür ve hesap sorabilir olmanın faziletini kavramayı kendime borç görüyorum, çünkü inanıyorum ki cumhuriyet ahlâkî faziletedayanan bir idaredir ve idare ahlaksızlaşmaya başladığında da onu uyarmak bizim görevimizdir.

Türkiye’de siyasetin hayatın ana damarlarına dahi etki ettiğini, gündelik yaşantımızda bile bize “ya hep, ya hiçalgısının yandaşlık üzerinden oluşturulduğunu görüyorum. Buiklimde yetişen zihinlerin terörist olma tehlikesinden bahsediyorum ki bunun istendiği ihtimalinden de korkmuyor değilim. Siyasal yaşamın farklı çıkarlara ve farklı beklentilere sahip aktörlerin hepsini kapsadığı bir toplumsal yapı oluşturmadan “bizdensen hepsi senin, değilsen hiçbir şey” mekanizmasını çözebilecek bir durumda olduğunu sanmıyorum. Terörist olmadan safımızı belli etmenin hayalini kuruyorum. Umuyorum ki bu gerçeklerle hesaplaşarak daha iyi bir geleceğin kapısını aralayanlar Türk milliyetçileri olacaktır.

(Yazıda bahsi geçen otostop hikayesi gerçeklere dayanmamaktadır)

Paylaş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir