Bu gönderiyi okumak için gereken tahmini süre 2 dakikadır.
Çocukluğumdan beri neredeyse her sene haberlerde en az bir kere gördüğüm bir sahneyi, ne yazık ki bugünlerde bir kez daha görüyorum: En gelişmiş teknolojilerle üretilmiş savaş uçaklarının taşıdığı bombalarla yerle bir edilmiş binalar, ağlayan anneler, çaresiz kalmış babalarının kucaklarında can veren çocuklar ve bunları görmezden gelip ‘adalet’ timsaliymişçesine poz kesen takım elbiseli amcalar. Bu sahneyi haberlerde ilk kez gördüğümde altı yaşlarındaydım. Bir zalimin elinden bir ülkeyi kurtarmak (!) amacıyla kalkan savaş uçakları Irak’ı yerle bir ediyordu. Sonraki yıllarda da farklı farklı birçok ülkenin gökyüzünde uçtu bu savaş uçakları. Batı’nın dibinde, Ukrayna’da bile[1] kaydedildi bu sahneler ve şimdi, neredeyse her sene olduğu gibi, yine Filistin’de kaydediliyor.
Çocukken çok korkutucuydu bunları izlemek benim için. Yıllar geçmesine ve yaşça büyümeme rağmen korku hissi azalmadığı gibi, çalıştığım alan gereği kameranın kaydedebildiği acıların ötesini de okumak zorunda olduğum için olsa gerek, dehşet hissi de uyandırmaya başladı bu sahneler. Dehşet, çünkü yarattığı tahribatı umursamadan, en ufak bir pişmanlık bile duymayan karar vericilerin varlığını iyice öğrendim artık. Açtığı yaraları sarmak için kılını bile kıpırdatmayanların şık salonlarda baş köşelerde ağırlandığını gördüm. Kendi pişmanlık duymadığı gibi başkaları da acıma duygusu hissetmesin diye yalanlarla dolu sayfaların yazdırıldığını bildim. Ve şimdi, buna buğzetmekten başka elimden gelecek bir şey var sanırım: Bir haksızlığı açığa çıkarmak.
Şimdi sevgili okur, ailenle akşam yemeği için keyifli bir şekilde yemek masasında toplandığın bir anı hayal et lütfen. Mis gibi kokan lezzetli yemekleri, sen babanın yaptığı ve gülmek zorunda olduğun esprileri dinlerken annenin yemek yedirmek için çabaladığı küçük kardeşini düşün. Tatlı faslına televizyon karşısında devam edeceğin güzel bir zamanı. İşte tam bu anda telefonunun çaldığını ve karşıdaki sesin on dakika içinde evinizin bombalanacağını, bu yüzden acilen evi boşaltmanız gerektiğini söylediğini hayal et. Sadece on dakikan var. Belki o andaki kaosta sende manevi değeri çok yüksek olan kolyeni almayı bile unutacağın bir on dakika. Dertli dertli izleyerek uykuya daldığın tavanların çökeceğini bildiğin bir on dakika. Ne olduğunu bile anlamayan kardeşin ağlamaya başlayacaktır muhtemelen. Annen aç kalmayın diye buzdolabında ne varsa almaya, baban üşümeyin diye battaniyelerin olduğu dolaba koşacaktır. Asla hazır olmadığınız bir şekilde, komşularınızla birlikte hızla merdivenlerden aşağı koşacak ve bir kaç dakika sonra biraz uzaktan yuvanızın yerle bir olduğunu izleyeceksin. Bu hikaye seni yeterince ürküttü mü bilmiyorum ama bildiğim bir şey var: Bu hikaye Gazze’de birçok kez yaşandı.
İsrail’in “ben elimden geleni yaptım, ölen sivillerin kendisi suçlu” demek için uydurduğu yollardan biri bu. Havalı da bir adı var: Roof-knocking.[2] Roof-knocking diyorlar çünkü bazen telefonla aramaya da üşenip evlerin üzerine az hasar verip çok gürültü çıkaracak bombaların atıldığı da oluyor. Böylece bir binadaki sivillerin binayı terk etmesi ve sonrasında düşman hedeflerin yok edilmesi amaçlanıyor.
Bu yazıda akademik bir şekilde bu yöntemi, uluslararası insancıl hukukun ayırt etme, orantılılık ve önlem alma gibi temel ilkelerine göre yorumlamayacağım. Hatta itiraf edeyim, belki sadece kağıt üzerindeki bilgilerden böyle bir inceleme yapsam, sonrasında bu yöntemin doğru bir yöntem olduğunu bile söyleyebilirim. Ancak bu yazıda bu yöntemi vicdanıma göre değerlendireceğim ve benim vicdanım havadan, karadan, sudan abluka altında olan insanların evlerinin yıkılmasını kabul etmiyor. Evleri yıkılan bu insanların yaralarının sarılmamasını kabul etmiyor. Bir silahlı grubun kınanmayı ve cezayı hak eden eylemleri sonrasında intikamın çocuklardan alınmasını kabul etmiyor. Bu yüzden de “saldırıda siviller ölmedi, meşru bir saldırı” deyip geçemem. Hem içecek suyu bile zor bulan evsiz insanların yaşam şartlarını düşünmedikten sonra bunca hukuk, siyaset bilgisi neye yarar ki? Demek ki, başını sokacak bir çadır bile bulamayan insanların karnını, insancıl dediğimiz hukuk da doyuramayacağına göre, bu hususlarda bize yeni bir bakış açısı gerekiyor.
Çünkü benim inandığım değerler insanlara kağıt üzerinden değil gönüllerinden bakmayı gerektiriyor. Gece bomba sesleriyle uyuyan çocukları dert etmeyi emrediyor bana inandığım değerler. İşte bu yüzden de kendi ürettiği kavramları bile delik deşik ederek, üste çıkmaya çalışanlarla bir olamam, olmak da istemem. Çünkü, “Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem.”
[1] Bile diyorum çünkü Ukrayna Savaşı başlayana kadar, Batı’nın aklına bir gün tepesinde savaş uçaklarının uçabileceği ihtimali hiç gelmemişti.
[2] https://m.youtube.com/watch?v=hcae-XdfsLA&pp=ygUNcm9vZiBrbm9ja2luZw%3D%3D