Portreler-3-Akça Pakça Amca

Bu gönderiyi okumak için gereken tahmini süre 1 dakikadır.

Kafasında süzülen siyah bir saç teli, karda açan çiçek misali adamın kafasını kaplayan beyazlığa direniyordu. Adamın saçları itinalı bir şekilde sağa doğru taranmıştı. Yemyeşil gözleri, bembeyaz ve tüysüz bir cildi vardı. Burnundan dudaklarına doğru gittikçe incelen bir bıyık bırakmıştı. Ama öyle badem bıyık gibi değil, bozlak bıyığıydı. Kaşları ve bıyıklarında siyah teller kaybedeceğini bildiği savaşa giren samuraylar gibi direniyorlardı. Kahverengi renkte yarım çerçeve bir gözlük takıyordu.

Amcaya metroda önümde boşalan koltuk için yer verdim, elimle işaret ettim. Mahçup görünüyordu. Halbuki koltuk zaten yaşlılar, hamile ve çocuklu kadınlar için ayrılan koltuklardandı. Mahçup olması yersiz geldi bana. Yine memleketten bir portreyi yeterince anlamadığımı fark ettim.

İki hanımefendinin arasına oturan bu akça pakça amca, mahçubiyetini ve tedirginliğini kollarını birbirine sıkı sıkıya bağlayarak teyit etti. Belli ki bu adamın hayatı, mütamediyen bu mahcubiyet ve tedirginlikle geçmişti.

Neydi bu tedirginliğin arkasında yatan sebep? Bu adam, sanırım toplum sözleşmesine fazlasıyla uyanlardandı. Rahatsızlık vermekten ve kamusal alanda yanlış bir davranış sergilemekten ölesiye korkuyordu. Ardında namuslu bir isim bırakmak, onun en büyük gayesiydi. Bununla yaşamış, bununla ölecekti. Şimdiye kadar çalışıp emekli olduğu yerde bir kere bile harama el uzatmamıştı. Ona enayi gözüyle bakıyorlardı belki de. Arkadaşları, eşi ve çocukları, ömür boyu onu kuralları delmeye ikna etmeye çalışmıştı. Bu sebeple erkekliği bile sorgulanmıştı zaman zaman, yine de direnmişti.

Köyden beraber İstanbul’a geldiği yaşıtlarının içinde devletle iş tutanlar olmuştu muhtemelen. Çocuklarının hayatlarını kurtarmak güdüsüyle girdikleri çetin yollarda, kamuya ait olanı farkında bile olmadan talan etmişlerdi. Meşruiyet zemini hazırdı nasılsa, çocuklar büyüyecek, kitaplar alınacak, okuyacak, büyük adam olacaklardı. Kendi çocukları için arzuladıkları geleceği, fukaranın çocuğundan çalarak sağladıklarının farkında değillerdi. Herkes kendi çıkarı için kamu bilincinden yoksun ve kuralsızca savaşırken, kimse hep birlikte kötüye gittikleri gerçeğini idrak edemiyordu. Bu oyun teorik hakikatin farkında bile değillerdi.

Belki bu amca da farkında değildi, fakat ahlaki kaideleri onun kamuya zarar vermeden bir ömür sürmesini sağlamıştı. Eşinin dostunun ısrarlarına rağmen bu oyunu oynamayı reddetmişti. Yetmişli yaşlarındaydı, metroda karşımdaydı. Belki çocuklarının bile saygısını önüne çıkan fırsatları elinin tersiyle iterek kaybeden bu adam, metrodaki mahçup tavrıyla zihnimde yer etmişti.

Maltepe anonsu gelmişti, bu akça pakça amcayı mahçupluğuyla yalnız bırakarak, metronun kapısına doğru yöneldim. Kulaklığımdan çalan “Olan Olur” şarkısında “O baktığın camdır ayna değil” cümlesiyle hislerim fena halde uyuşuyordu.

Paylaş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir