Şahsım ve Milletim Adına…

Bu gönderiyi okumak için gereken tahmini süre 2 dakikadır.

Tanrı bizimle konuşmaz. Tanrı’ya inananlar, inandıkları din ve görüşler çerçevesinde Tanrı’nın ne istediğini tespit etmeye çalışırlar. Bunun için ellerinde bizzat Tanrı’nın sözü ve onun elçilerinin getirdiği birtakım ilkelerin olduğu bir varsayımda dahi aynı sözleri okuyan, aynı kaynaktan beslenen kimselerin Tanrı’nın iradesi olarak ortaya koydukları esas ve hükümlerin birbirinden ne derece farklılaşabildiği, sanıyorum, herkesçe bilinen bir şeydir. Çünkü bu kişiler doğrudan doğruya Tanrı’dan aktarım yapmıyor, aksine bu minvaldeki fikirleri zihinlerinde derleyip kendi kelimeleriyle ifade ediyorlar. Yani, Papa II. Urbanus “Deus lo vult! / Tanrı böyle istiyor!” diye haykırırken, bu sesin yankısından biz “Ben böyle istiyorum!” cümlesini duyuyoruz. Bu sesin sahibinin otoritesi ne kadar yüksekse, bize “Tanrı (!) senin ölmeni istiyor!” denildiği zaman kızgın kalabalıklarla başımızın derde girme ihtimali de o kadar yükseliyor.

Peki, millet bizimle konuşur mu? Hiç sanmıyorum. Birincisi, millet dediğimizde anladığımız şey halktan farklı olarak aslında bir toprak üzerinde yaşayan belli bir insanın geçmişi, şimdisi ve geleceğidir. Yani, gerçeküstü ve aşkın bir varlıkla karşı karşıyayız. Bu durumda bu varlıktan doğrudan aktarım yapma şansımız kalmıyor. Sadece belirli işaretlerden, çoğunlukla “kafamıza göre” bir yorumlama ile anlam çıkarmaya gücümüz yetiyor. İkincisi, diyelim ki milleti yalnızca bugün yaşayan kişiler olarak kabul ettik. Buvarsayımda da oturup en fazla bin kişiyle yüz yüze konuşabiliriz. On milyonlarca kişi arasından yalnızca bin kişinin fikrini doğrudan aktarabiliyor olmamızı düşündüğümüzde, nasıl derler, limit sonsuza giderken… aslında pratikte gerçek bir varlıkla değil bir tasavvur ile karşı karşıya kalıyoruz. Uzun lafın kısası, hararetli nutuklarımızda milletin iradesinden bahsederken, kenarda köşede bir yerlerde bıyık altından gülen bir beyin lobumuz “benim iradem” diye tutturuyor…

Tabii belirli aralıklarla sandıkların kurulduğunu, milletin belli başlı tercihlerini bu sandıklar ve nihayetinde Meclis’e gönderdiği vekiller aracılığıyla açıkladığını varsaymak durumunda kalıyoruz. Fakat teşbihte hata olmaz kaidesine sığınarak bir benzetme yapacak olursam burada millet dediğimiz varlık karşılıklı oturup konuşan kişilerin bir tanesine değil, ümüğü sıkılırken eliyle koluyla işaret vermeye çalışan bir kişiye daha çok benziyor. Bu kişi size hayat hikayesini anlatamaz. “Su!”, diyebilir. “Yeşil!”, diyebilir. Ağzından bir kelime ya çıkar ya çıkmaz, belki salt bir yönü işaret edebilir. Can havliyle basit bir kelime söylemekten, bir sinyal vermekten başka elinde hiçbir şeyi olmayan bu kişiyi ne kadar derinlemesine anlayabileceğimizi de okuyucunun takdirine bırakıyorum.

Durum böyleyken, bir milletin aslında bir iradesinin olmadığını söylersem yanlış olmaz sanıyorum. Zira, açıkladığım üzere tespit etmenin mümkün olmadığı soyut ve havada kalan bir sözde irade bu. Gerçekten, bizzat etiyle kemiğiyle var olan birtakım kişilerin iradesi var, ve nezaketen benim iradem demek yerine millet iradesi diyerek isteklerini rasyonalize ediyorlar gibi gelir bana hep. Dolayısıyla bugün temsil makamında bulunan bir kişinin “Millet böyle istiyor!” demesi, bir Papa’nın “Tanrı böyle istiyor!” demesi ile üç aşağı beş yukarı aynı şey. İkinci durumda olduğu üzere, ilk durumda da bu sözü söyleyen kişinin otoritesine bağlı olarak bir anda millet (!) bizim ölmemizi isteyebilir. İnsanların çoğu bugün: “Kıymetli Papa, belki de Tanrı öyle istemiyordur?” diyerek ellerindeki meşaleleri bir kenara bırakmış durumdalar. Peki, acaba millet adına konuşan kişiler için de aynı açık kapıyı bırakmamız gerekmiyor mu? Bence gerekiyor. O hâlde bırakalım milletin ne istediğini tespit etmek bir inanç meselesi” olarak kalsın. Milletin atomize bir parçası olarak biz kendi şahsımız ve bizimle aynı doğrultuda düşündüğünü bilebileceğimiz görece küçük toplulukların ne istediğini beyan etmekle yetinelim. Aynı şekilde sandıkta seçip davulla zurnayla makamlarına uğurladığımız kimseler de kendi isteklerini, millete izafe etmeden beyan etsinler. Eğer böyle olursa kanunu, kuralı; planı, projeyi konuşuruz. Yoksa; birileri önümüze “millet adına” hayaletler koymaya devam eder, biz de milletten haber getiren kişilerden farklı düşündüğümüzde “acaba lanetlenir miyim?” endişesiyle soğuk terler dökmeye devam ederiz.

Paylaş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir