Yeni Yollar

Bu gönderiyi okumak için gereken tahmini süre 4 dakikadır.

İlk yazımda politikleşme çağrısı yapmıştım, şimdi o tarafa tekrar döneceğim, aradaki yazılarla ilgili devam denebilecek yazılar yazma çabalarım devam ediyor ancak bir türlü demek istediğimi diyebilmiş değilim, haliyle elinize de geçmediler. Yazılarımı tamamlayamamanın ızdırabını çekiyordum ki İthaki Yayınları ile ilgili haberleri gördüm. Zaten problemlerini bildiğimiz bir sektörde geniş çaplı tepkiye sebep olan bir haber oldu. Bu şirketten bağımsız bir şekilde tartışmayı sürdürmek isterim zira bu sektörün kronik sorunlarına benzer şekilde sivil toplumun ve siyasetin de kronikleşmiş sorunları var. Bence sorunlar alternatifsizlik, doğrusunu bilenlerin elini kirletmemesi gibi sebeplerle ortaya çıkıyor. Bunlar için alternatif yolları sadece aramak, şöyle olmalı böyle olmalı gibi reçeteler sunmak da yetmiyor. Benzer rahatsızlıkları olan tek kişi değilsem, kafa kafaya verebileceğim biri daha varsa bizzat alternatifleri inşa edenler olmamız gerektiğini düşünüyorum.

Yayın aleminde kendi alışveriş listeme göre Türk edebiyatı diyemeyen yayınevlerini boykot, çevirmenlerinin adlarını kitap kapaklarına yazmayanları boykot, çalışanına hakkını vermeyen (hatta bu acımasız piyasanın da altında ücret veren) yayınevlerini boykot derken doğru düzgün alışveriş yapacak yer kalmadı. Zaten artan kitap fiyatları ister istemez daha seçici olmaya itmişken bir de liste kontrol etmem gerekiyor. Durum böyle olunca üniversite veritabanları üzerinden yabancı kaynaklara ulaşıyorum, başka kitapları etrafımdan bulmaya çalışıyorum, tezden çevrilmiş kitapların tez halini bulup okumak da sık başvurduğum bir yol. Bir de tabii çevremizden duyduğumuz her kitabın internette ücretsiz pdf olarak bulunabildiği rivayeti var. Aslında bunlar bireysel çözümler, yapıyı düzeltemeyen bizler kendimizce çıkış yolları arıyoruz. Bilmediğim dillerin yayınları, ilgi alanlarımdaki önemli Türkçe telif eserler, bir süre hengâmeden kaçmamı sağlayan kurgu eserlerle ilgili bir çözümüm yok mesela. Çözüm bulunabilecek olsa da bu kadar uğraşmasak ne olurdu? Benzer şeyler diğer okurlar arasında ne kadar yaygın artık emin olamıyorum. Sanırım tüm sektörde aşağı yukarı benzer problemler olduğu için yayıncılar bizim onlara muhtaç olduğumuzu düşünerek durumlarını pek düzeltmiyorlar, çoğunlukla da muhtacız gibi duruyor. Bu başta zikrettiğim şeylerden uzak kalmaya çalışan küçük yayıncılar da adını duyuramıyor, piyasadan siliniyor. Emeğin sömürülmesinden, çevirmenlerin hak ettiği itibarı görmemesinden, her ulusu adıyla anıp Türk diyemeyenlerden (hiç olmazsa birinden) rahatsızsak bir alternatifi var. Sektörde kronikleşmiş problemleri tanıyıp bunlarla mücadele iddiasına sahip bir yayınevi kurulabilir mesela. Şu ideolojinin bu partililerin yayınevi dedirtmeden, sadece sektörü ıslah için yola çıkan bir yayın grubunun da okuyucu tarafından yalnız bırakılacağını hiç zannetmiyorum. Kendi ilgi duyduğum alanlarda keşke çevrilse de tavsiye etsem insanlara dediğim eserler, çevremdeki yazılacak/yazılmış tezlerin basımı, dergilerde, sitelerde yazdıklarımızın toplanıp basılacağı eserler derken birçok kitap da ortaya çıkabilir. Bilinen eser sahipleri, piyasadaki kalifiye çevirmenler de böyle bir kavgaya omuz verirlerse sektörün dönüşmesi işten bile değil gibi geliyor.

Benzer bir problem STK’larda da var. İnsanlar 15 Temmuz sonrasında, haklı gerekçelerle, STK’lar ile aralarına mesafe koydu. Bittabi tek sorun katıldığım dernek/vakıf darbeye kalkışırsa ya da böyle itham edilirse gibi korkular değil, Türkiye’de STK’ların “sivilliği” bizzat bir problemlidir. Gavurun “Non-Governmental Organizations (NGOs)” dediği şekliyle sivil kurum sayısı bir hayli az. Genelde de sivil toplum kuruluşları günlük siyasete atlamanın rampası ya da partilere meşruiyet üretmenin bir kanalı olarak kullanılıyor. Ancak bunun tersi de mümkün. Amaçları doğrultusunda faaliyetler yürüten ve gündelik siyasetten uzak durma ilkesiyle hareket eden kuruluşlar da var. Onlara katılıp faaliyetlerinde yer almak bir kamusal alan yaratılması için önemli, bu hem toplumsal olarak dayanışmamızı hem de “kamu”nun gerçek bir “oyu” olması için faydalıdır. Diyelim ki sizin görüşlerinize ve amaçlarınıza uygun bir STK bulamadınız ya da bulduklarınızla farklı şehirlerdesiniz. O zaman kendiniz gibi insanlarla, dostlarınızla “kuruluş” halini almadan da hareket edebilirsiniz. Birçok dernek de zaten böyle ortamlarda doğmuştur. İçinde olduğum dernekler sebebiyle “sivil” toplum örgütlerinin varlığına inanıyorum ancak siz inanmıyorsanız bunun alternatifini kurmak, STK olduğunu iddia edenlere gerekli tepkileri göstererek sivil kalmalarını sağlamaya çalışmak da mümkün. Aksi takdirde hem kendimizi koruyacak ağlardan hem de sivil siyasetten, entelektüel girişimlerden azade, herhangi şeyi etkileme ihtimali olmayan yığınlar halinde hayatımıza devam ediyoruz.

Maalesef problem yayınevleri ve STK’larla da sınırlı değil. Herhalde en zor aşama mevcut hallerinden rahatsız olduğumuz siyasi partileri değiştirmek. Barajın aşılamayacağı zannı, karşı tarafın kazanmaması için kerhen oy vermek vb. davranışlar baraj problemini bir şekilde aşabilen mevcut muhalefet partilerinin yenilenmesinin, iktidarı denetleyecek ya da değiştirecek yolların kullanılmasının önünü kapatıyor. Lider sultasını değiştirmek imkansız gibi görünüyorken kitleler siyasetten uzaklaşıyor. Genel bir tepkisizlik ve bıkkınlık halinin günlük hayata sindiğini, onu boğuculaştırdığını fark eden bir ben değilimdir herhalde. Yayıncılık faaliyeti sermaye, STK gönüllülük yani emek ve zaman gerektirirken siyasi parti bunların hepsini ve daha fazlasını gerektiriyor. O sebeple önceki çözüm önerilerim gibi bir tane de biz kuruverelim diyemem. Hatta partilerden ve günlük siyasetin aşağı dilinden uzak durmayı yeğlerim. Zaten STK vurgum ve çabam da bununla ilintili. Yine de piyasadaki talepleri ve arz eksikliğini yalnızca ben görüyor olamam. Güçlü sivil toplum ve bilinçli bireylerden oluşan kamusal alanı bir yandan inşa ederken bir yandan da piyasayı dengeye ulaştıracak, mevcut partileri değişime zorlayacak bir parti fikri hiç de uzak ve kötü görünmüyor. Hatta daha ileri giderek siyaseten taleplerimi karşılamasa da siyasi partileri değişime zorlayacak şekilde kurgulanmış yeni bir partiye emanet bir oyum var diyebilirim. Genel olarak parti siyasetini bir yansıma olarak gördüğüm için bu kısma çok eğilmiyorum.

Biz aktif bir şekilde kamuya katılmadıkça taleplerimiz bir kulaktan girip diğerinden çıkacaktır. Kendi kaderimizi tayin, halk egemenliği, demokrasi boşuna mı var? Haliyle ilk iki örnek, yayıncılık ve sivil toplum kuruluşları güçlenmelidir. Ben hep yazılı medyaya odaklansam da yeni medya araçlarının gücünün kullanılması gerektiğini söyleyenlere de kulak verilebilir. Kendim pek anlamadığım için girmeye hevesli olmasam da birbirimizi daha çabuk bulmanın ve daha çabuk etkilemenin en iyi yolu çağın teknolojilerinden faydalanmak sanırım. Günün sonunda gerekli iktisadi, sosyal ve kültürel sermayeye sahip olmayabilirim. Yine de durduğum yerde öylece oturmanın, dalından kopmuş yaprak misali rüzgarda savrulmanın kötülüğü karşısında en azından bir şeyler deniyorum diyebilmenin huzurunu tercih ediyorum. Hem bizden önceki nesillerin kazandığı onca hak haddini bilmez birkaç dikkafalının başının altından çıkmamış mıydı?

Paylaş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir