Bu gönderiyi okumak için gereken tahmini süre 4 dakikadır.
Hadi gelin 2023 seçimlerinden tam bir sene öncesine yolculuk yapalım, 2022 Mayıs’ına. Ucuz iş gücü kaynağı olarak görülen sığınmacı ve yasadışı göçmenler, Ramazan Bayramı’nda boşalan İstanbul’da toplu halde resimler verirken sosyal medya gündeminde önemli bir yer işgal ediyor. Daha derinde ise vatandaşın gündeminde ekonomi var. Kimsenin güvenmediği TÜİK bile fiyatların bir önceki seneye göre neredeyse 2 katına çıktığını söylüyor. Sene başında alınan zamlar çoktan etkisini yitirmiş, insanlar temmuz ayında gelecek yarıyıl zamlarına kulak kesilmiş. Dolar ise kur korumalı mevduat enstrümanının açıklanmasıyla beraber düştüğü seviyelerden tırmanmasını kademeli olarak sürdürmüş ve 5 aylık kısa bir aranın ardından tekrar 16 seviyelerini görmüş. Yine TÜİK’in açıkladığı tüketici güven endeksi ise haziran ayında verinin yayınlanmaya başladığı 2004 yılından beri en düşük seviyeyi gösteriyor. Cepler yangın yeri…
Mutfaklardaki darlık anketlere de yansıyor. AKP’nin oy oranı birçok anket firmasınca %30’un altında görünüyor. Muhalif çevreler artık iktidarın değişmesine kesin kanaat getirmiş, dişlerini sıkıyor. Siyasiler de onları izliyor: Hodri meydan, derhal erken seçim!
Elbette iktidar böyle bir zeminde sandığa gitmeye sıcak bakmıyor. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçildiğinden beri süregelen ekonomide kötüleşme algısının durdurulması, hatta tersine çevrilmesi gerek. ‘Yaparsa yine reis yapar…’ söyleminin halkta karşılık bulmasına ihtiyaç var. İki boyutlu strateji ortaya konuyor: ilki, TOGG, savunma sanayi araçları ve süregelen altyapı, üstyapı yatırımlarının kampanya süresince etkin kullanılarak güçlü Türkiye illüzyonu yaratılması ve güçlendirilmesi, ikincisi ise alım gücünde geçici de olsa sahici bir iyileşme sağlanması. Biz bu yazıda ikincisine odaklanacağız.
Asgari ücrete yarıyılda %30 sürpriz zam, sene başında ise %55 zam yapılıyor. Memur ve emekli bordrolarına yüksek enflasyon farkları ekleniyor. Enflasyon dalgasının ilk aylarında çalışan ücretlerinde iyileşme yapmayı ağırdan alan özel sektör de ücret zammı furyasına katılıyor. Ötelenmiş, birikmiş haklar alınıyor. Üstüne, kredi kartları ve nakit avanslardaki kolaylıklarla vatandaşların kazandıklarından daha fazla harcama olanağı genişletiliyor. Ancak bu iyileştirmelerin seçime kadar eriyip gitmemesi için birtakım tedbirlere ihtiyaç duyuluyor. Enflasyonda gerilemeye, döviz piyasasında güçlü TL’ye ihtiyaç var. Belli ki iktidar, ‘Yeni Ekonomi Modeli’ adını verdikleri, Türk halkını ucuz iş gücü olarak ihracatçının ve yabancı ülkelerin sömürü aracına çeviren mekanizmanın seçim kazandırmayacağını anlamış.
Dolar kurunda sabit denebilecek kadar yavaş, kademeli ve kontrollü bir yükseliş alım gücünü destekleyebilir, ithal mal ve hizmetler kaynaklı maliyet enflasyonunda düşüş sağlayabilirdi. (Grafik 1) Ancak bunun da başka bir maliyeti vardı. Kamu kesminin ve özel sektörün döviz varlıklarından fedakarlık gerekiyordu. Nitekim Merkez Bankası’nın brüt döviz rezervleri, 2022 Aralık ayından seçim ayına kadar 128,7 milyar dolardan 101,6 milyar dolara kadar geriliyor. Swap dahil net rezervler ise 21 yıl sonra ilk kez eksi haneleri görüyor. 2023’ün ilk 4 ayında 30 milyar dolar gibi rekor seviyede cari açık veriliyor. Zaten ülkede sıkışık olan döviz likiditesinin dibi sıyrılıyor, seçimlere kadar idare edilmeye çalışılıyor. Önemli olan yoldayken döviz kurunda ya da enflasyonda ani yükseliş gibi kazalar yapmamaktı, nitekim bu amaçlar başarılıyordu da. Seçim sonucunda uygulanacak acı reçete ise, iktidarın kazanabilmesi pahasına katlanarak ağırlaşıyor. Seçim sonrası, boyutu rekorlar kıran kur korumalı mevduat hesaplarından, mevduat sahibi zengin kesimler karlarını cebine elbet koyacak. Piyasada ölçüsüzce artan TL likiditesini dengelemek için ise muhtemel ki yine hiçbir şeyi olmayanlardan kısılacak.

Enerji fiyatlarındaki düşüş de hükümetin elini güçlendiriyor. 2022 ilk çeyreğinde Rusya-Ukrayna Savaşı’nın etkisiyle 130 dolara kadar çıkan varil başına brent petrol fiyatı küresel ekonomideki yavaşlamanın da etkisiyle 80 dolar seviyelerine kadar geriliyor. Türk hükümetinin diplomatik başarısıyla sağlanan tahıl koridoru anlaşması ise tahıl fiyatlarındaki yükselişin önünü kesiyor, sadece kendisine değil aynı zamanda bir çok ithalatçı gelişmekte olan ülke iktidarlarına da nefes aldırıyor.
Ancak enflasyonun yapışkanlığı sanılandan daha kuvvetli çıkıyor. Uluslararası ticarete konu birçok ham maddenin fiyatı dolar bazında düşerken ve TL reel anlamda güçlenirken enflasyonda çok sert bir düşüş yaşanmıyor. Enflasyon beklentileri fena bozuk. Zam gelecek algısı kendi kendini gerçekleştiriyor ve fiyatlar düşüş göstermiyor. Öyle ki, küreselde onca fiyat düşüşüne rağmen Türkiye’de bu süreçte aylık enflasyon eksi bir rakamı hiç görmüyor. Günün sonunda gelirlerin ve harcamaların dolar bazında çok yüksek olduğu bir Türkiye’de, döviz kurlarını yerinde tutmak daha fazla rezerv fedakarlığını gerektiriyor.
Yine de yıllık enflasyonda kısmen de olsa iyileşme sağlanıyor. Seçimden bir yıl öncesinde %80’leri gören yıllık enflasyon, seçimin gerçekleştiği mayıs ayında %40’ın altına geriliyor. (Grafik 2) Alım gücü belli bir ölçüde de olsa iyileşiyor ve tüketicilerde oluşan kötüleşme algısı kırılabiliyor.

Tüm bu çabalar etkisini gösteriyor. Yazının başında yaptığımız zaman yolculuğundaki vatandaşın hali ile gelinen nokta bir değil. Tüketici güven endeksi 2022 Mayıs ayındaki dip seviyelerinden düzenli iyileşerek 2023 Mayıs ayında zirveyi görüyor. Hem de ne zirve! Endeks mayıs ayında 91.1 ile sadece son 1 yılın değil, 4,5 yılın en yüksek seviyesine dayanıyor. Eğer ‘Zaten TÜİK’e inanmıyoruz ki.’ diyorsanız buyrun Bloomberg HT’nin ölçtüğü tüketici güven endeksine bakalım. (Grafik 3) Benzer bir tablo orada da mevcut. 2022 Haziran’da 47,8 ile dibi gören endeks seçim ayında 79 bandını aşarak son zamanların en yüksek seviyesini gösteriyor. Tüm bunların şubat ayında yaşadığımız deprem felaketine rağmen gerçekleşmiş olması ise ayrıca kayda değer.

Halihazırda tüketici güven endeksi ile seçimlere katılım oranı arasındaki ilişkiyi irdeleyen ekonomi literatüründe birçok çalışma var. Gelin biz de TÜİK tüketici güven endeksi ile AKP’nin kamuoyuna yansayan anketlerdeki oy ortalaması arasındaki ilişkiyi inceleyelim. (Grafik 4) İki veri benzerine az rastlanır düzeyde kuvvetli pozitif korelasyon içerisinde. Bu görsel bize AKP’nin seçim ekonomisi politikalarıyla, ekonomik kaygılarla kendisinden kopmakta olan seçmenini tekrar konsolide edebildiğini ve bu seçmen kitlesinin perspektifinde ülke ekonomisini ikinci plana iterek başka konuları önceliklendirebildiğini gösteriyor.

Yazıma son verirken iktidar ve muhalefetin seçim sürecinde ekonomi alanındaki söylem stratejilerine değinmek isterim. Bu karanlık tabloda dahi iktidar, seçim sonrası için asla acı reçete, kemer sıkma gibi söylemler yürütmüyor, birbirleriyle çelişiyor gibi olsa da zam, enflasyonda iyileşme, üretim ve istihdamda şahlanış ve kurda istikrar gibi söylemleri bir arada kullanıyordu. Asla negatif bir senaryo dillendirilmiyor ve seçim öncesi ve sonrası bütünleşik değerlendiriliyordu. ‘Bırakalım da enkazın altında onlar kalsın.’ diyen bazı muhalif kesimlerin aksine, seçim sonrası enkazı ile mücadele etme konusunda asla tereddüt göstermiyor, yeniden iktidar olmaya tüm arzusuyla talip oluyordu. Muhalefet kesimi ise odağını iyileşmekte olan tüketici ve reel kesim güven endeksinden çevirerek mevcut durumu enkaz ve seçim sonrasını düzlüğe çıkılması zor bir mücadele olarak nitelendiriyor, vatandaşın korkularına oynuyordu. Oysaki önceleri kararsız olarak gördüğümüz seçmen kitlesi, ekonomik durumdan eskisi kadar kaygılanmıyordu. Sonuç olarak millet ekonomide değil güvenlik meselelerinde korku siyasetini kullanan tarafı tercih edecekti.