Bu gönderiyi okumak için gereken tahmini süre 3 dakikadır.
Türkiye’nin ideolojik iklimine hakim olan kutuplaşma belki de en yoğun etkilerini tarih algısı üzerinden göstermekte. Bu yazıyı kaleme alma isteğimi ortaya çıkaran da bizzat bahse konu kutuplaşmadır. Yakın zamanda bir milliyetçinin İsmet İnönü’yü anıp anmayacağı üzerine yaşanan bir tartışma üzerine, yeni bir teklif ile siz değerli okuyucuları meşgul etme hevesine kapıldım.
Türk milliyetçiliğinin ne olduğu yahut bir Türk milliyetçisinin nasıl bir insan profiline denk geleceğine dair tartışmaları bu yazının odağının dışında bırakarak yolumuza devam edelim. Zira çok daha iyi bilenler, çok daha iyi tartışanlar çıkacaktır. Çıkmasa dahi mutabakata varılmasını imkansız bulduğum bir konuyu buraya taşımayı hem kendime, hem de sizlere zül sayarım. Mutabakata varmayı imkansız bulduğum bu ilk engeli aştıktan sonra bir Türk milliyetçisi için herhangi bir insanın ya da olgunun değerliliğinin ölçümüyle konuya giriş yapabileceğimizi düşünüyorum. Türk milliyetçisi, Türk milletine fayda sağlayan her şeyi sever, Türk milletine zarar veren her şeye ise imtina ile yaklaşır demekte bir beis görünmemektedir. Şimdi yolumuza bir samimiyet testiyle devam edebiliriz. Sevdiğimiz ve uzak durduğumuz kişi ve hatta nesneleri Türk milletine hayrı nispetinde mi belirliyoruz?
İsmet Paşa’nın bu konuda iyi bir örnek olduğu kanaatindeyim. Türk milletine faydalarıyla Türk milliyetçilerine fert fertverdiği zarar arasındaki makasın açıklığı üzerine uzun uzadıya pek çok şey anlatılabilir. Fakat yolunuz buraya düştüyse bu anlatılacakların kahir ekseriyetine hakim olduğunuza eminim. Bu kez bir mutabakata varamama kaygısından değil sadede gelmemi beklemeksizin burayı terk etmeniz endişesiylebilinçli bir boşluk daha bırakarak yazıya devam edeceğim.
Yazının başında bahsetmiş olduğum kutuplaşmanın son zamanlarda belki de Türk milleti içerisinde en yaygın olan mutabakat konusu olduğunu söylemek çok da yanlış olmayacaktır. Millet olarak mutabık kalabildiğimiz birkaç meseleden en önemlisinin hiçbir konuda mutabakat sağlayamadığımız olması oldukça içler acısı bir durum. Türk milliyetçilerinin, bir bütün olarak Türk milleti için yapabileceği en önemli şeylerden birisi bu mutabakat alanlarını genişletmektir. Zira bu yarılma aynı hızda devam ettiği takdirde çok uzak olmayan bir gelecekte milliyetçiliğini yapmak için yeni bir millet aramak durumunda kalmamız işten bile değil. Koca bir milletin mutabakat alanını genişletmenin oldukça iddialı durduğunun, hele kendi içerisinde dahi pek çok konuda ortak hiçbir kanıya varamamış bir topluluğun bunu başarmasını arzulamanın boş bir hayal gibi göründüğünün farkındayım. Fakat, burada büyük bir ama koymaya mecburum. Bütün handikaplarına rağmen, uzun yıllardır neredeyse en önemli iştigal alanı da tarih olan bir mahallenin bunu başarmasına imkan olduğuna inanıyorum.
Teklifim, Türkiye’de bir tarih barışının ve haliyle ihtiyaç duyduğumuz oldukça geniş bir mutabakat alanının Türk milliyetçileri eliyle sağlanmasıdır. Bunun yegane yolunun da az önce bahsettiğim formülü bütün tarihsel olgu ve kişilere yaklaşımda uygulanması olduğunu düşünüyorum. Bu noktada birçok soru işaretinin doğacağının farkındayım. İlk elden akla gelecek soruyu kendim sorup kendim yanıtlayayım. Türk milliyetçilerinin menfaati ile Türk milletinin menfaati çatışabilir mi? Pek tabii çatışabilir, çatıştığı durumlar olmuştur, çatışma potansiyeli bulunan konular da mevcuttur. Bir sonraki soru, Türk milletinin faydasını ne ile ölçeceğimiz konusu olabilir. Hatta bunu bir adım öteye taşıyıp Türk milletini tanımlamada varamadığımız mutabakat da öne sürülebilir. Fazlasıyla yorucu, cevaplanması güç birçok soruyu el birliğiyle üretebiliriz. Fakat bir niyeti ve teklifi sorgulamaya başladığınızda zaten ardı arkası gelmeyecek sorular silsilesini ortaya koymak da nispeten kolay bir eylemdir.
Kutuplaşmanın bu denli yoğunlaştığı bir dönemde, doğru soruların peşinde koşarken bir taraftan da geçen onca zamanda biriken soruları yanıtlamaya başlamaya mecbur olduğumuzu bildiğim için burada, muhakeme’deyim. Soruları biriktirmeye devam ederken, millet olabilmekliğimiz için gelin artık bazı sorulara da el birliğiyle birtakım yanıtlar toparlamaya başlayalım ve bu süreçte başkalarının putlarını bir kenara bırakıp önce kendimizinkilere odaklanalım.
Çünkü bir çoğunuz gibi ben de bir zihni berrak tutmanın en temel yollarından birinin ikna olmaya müsait bir biçimde inşa edilmesinden ve bu değerin sürdürülmesinden geçtiğine inananlardanım. Zira ikna olmaya müsait olmayan bir zihnin gelişim yollarının pek çok biçimde kapatıldığını düşünüyorum. Bir günü diğer gününe eşit olan ziyanda ise bütün bir ömrü takıntılı sayılabilecek düşüncelerle sürdürenlerin durumunu tartışmaya dahi gerek yok gibi görünüyor.