Bu gönderiyi okumak için gereken tahmini süre 5 dakikadır.
Neredeyse bütün Türk milliyetçilerinin bildiği, birçoğunun ise Allah’a, Kuran’a, bayrağa yemin ederek tekrarladığı bir cümle vardır: “Mücadelemiz Milliyetçi Türkiye’ye, Turan’a kadardır!” Bu cümleyi okur okumaz en başından en sonuna kadar istemsizce tekrar ettiğimiz bu yemin, biz Türk milliyetçilerinin eylemlerimizin, söylemlerimizin ve dünyayı benimseme biçimlerimizin birçoğunun taşıdığı birkaç özelliğe sahip; heyecan verici, iddia sahibi ama yüzeysel. Heyecan verici, çünkü o yemini ederken aidiyet hissettiğiniz grupla birlikte, o toplumsal cemaatin bir üyesi olarak, sizi kavgaya, etkinliğe hatta ölüme bile götürecek motivasyonu sağlamakta mahir bir ruh halini ortaya çıkarabiliyor. İddia sahibi, çünkü özellikle Türk milliyetçilerinin tek bir çatı altında organize olarak varoluşsal bir mücadele verdiğine inandığı çözüm süreci dönemi başta olmak üzere kara günlerin geçeceğine, Türkiye’de ve Türk Dünyası’nda mutlu yarınlara milliyetçi-ülkücü hareket sayesinde ulaşılacağına iknaya uğraşıyor. Bu mücadele sırasında hiçbir engel tanınmadan kapitalizmle, komünizmle ve her türlü emperyalizmle mücadele edebilecek kadrolara ve metotlara sahip olduğunu beyan ediyor. Son olarak, yüzeysel. Çünkü ne bu metotlara ne bu kadrolara sahip ne de bütün bu iddiaları ve başta mücadele olmak üzere ortaya koyduğu kavramların tanımları derinlemesine tartışmış, nihai bir hedef koymuş ve bu hedeflere ulaşmak amacıyla izlenecek stratejileri belirlemiş durumda.
Belki bu satırlar okundukça, öfke hissedilecek ve kısa bir beyin fırtınası neticesinde harekete haksızlık edildiği düşüncesi zihinlerde yeşerecek. Belki en genel haliyle, Türkiye’de Türk milliyetçiliği mücadelesinin şehitlerle, tabutluklarla veya dualarla anılabilecek bir geçmişi olduğundan ve bu mücadeleler verilirken ilmi çalışmaların veya akademik faaliyetlerin sınırlı kalmış olmasının anlaşılabilirliğinden dem vurulacak. Bir adım ileriye gidenler ise Kurt Karaca’nın, İskender Öksüz’ün, Dündar Taşer’in, Rauf Tamer’in veya Orhan Türkdoğan’ın eserlerini öne sürecek ve nice Türk milliyetçisinin aslında değeri bilinmemiş ilmi çalışmalarla akademik eserler ortaya koyduğunu anlatacak. Eyvallah. Bütün bu müktesebata gerektiği kadar olmasa da hürmet besleyen, bu eserlerin hak ettiği değeri en azından anlatılarda görmesini dileyen bir Türk milliyetçisi olarak şu soruyu sormama umarım müsaade edilir. Bu eserler kimin umurunda?
Türk milliyetçisi neşriyatın kütüphane değeri dışında bir değeri olduğunu düşünen var mı aramızda? Kurt Karaca’nın Milliyetçi Toplumcu Düzen eserini okuyan, tartışan ve onun güncelliğini tesis etmek veya onun değerini aşacak bir eser üretmek amacıyla referans noktası kabul eden bir milliyetçi var mı? Orhan Türkdoğan’ı müspet ya da menfi yorumlarla gündemde tutmaya çalışan, henüz hayatını kaybetmemiş bir kitap fabrikası olduğundan bahisle minnetini kendisine ifade etmekle ilgilenen kimseler mevcut mu? Milliyetçiliğin teorik tartışmaları bir kenara bırakarak uygulama sahası bulabileceğini, Türk milletinin gündelik yaşamına dokunabileceğini iddia etmiş entelektüellerin hangisine vefa borcunun ödendiğine dair bir kanaate sahibiz?
Sorulan soruları fazlasıyla artırmak ve çeşitli isimlerle genişletmek mümkün. Konu başlığıyla paralel olarak bu yazıda yer alacak sorular arasında yer alan tek önemli soru ise şu: Milliyetçi Türkiye nedir? Bu soruyu okuyucunun kendisine ve görüştüğü ilk milliyetçiye sorması konunun vahametini sergilemesi açısından sanıyorum yeterli olacaktır. Bizim üzerinde anlaşmaya vardığımız bir Milliyetçi Türkiye yok, muhtemelen hiç olmadı da. Biz, komünizmin tehdit ettiği değerlerimizi, terörün açıkça saldırdığı canlarımızı ve yabancıların görünür olmasıyla saldırı riski algıladığımız milli birliğimizi koruma tavrına o denli saplandık ki, yarın kurmaya yemin ettiğimiz Milliyetçi Türkiye’ye dair bir uzlaşı ihtiyacını bile dillendirmedik.
Kendimize fazla haksızlık yapmayalım, başlangıçta işimiz de bir hayli zordu. Zira biz İslamcıların da, Sosyalistlerin de, Liberallerin de beslenebileceği enternasyonel kaynakların hiçbirine sahip değildik. Tercümeler üzerinden temel bir müktesebat yaratamaz, dünyanın öbür tarafında bestelenen marşlar ve müziklerle hislenemez, yabancı dilde çekilen filmleri izleyerek entelektüel bir mahalle kuramazdık. Kuramadık da. Kimi zaman yakın gördüğümüz mahallelerin marşları, şiirleri, romanları ve filmleriyle tahkim etsek de kurmaya çalıştığımız ve mecbur olduğumuz birikimin tamamı temelden inşa edilmeye muhtaçtı. Buna mukabil, Türkiye’de ideolojik tavırların en güçlü olduğu yıllardan, 1970’lerden aslında hiç de fena olmayan bir karneyle mezun oldu milliyetçi camia, okullar tatil edildiğinde. 12 Eylül’de Türkiye’ye dair sivil hayallerin kurulması, sivil ufukların gözlenmesi yasaklandığında Milliyetçi Hareket de yazın hayatı, entelektüel mahallesi ve kültürel eserleriyle rekabetçi bir mücadeleyi sürdürebilecek donanımdaydı. Bu cümleye abartılı ve iyimser olduğuna dair eleştiriler gelebilecek olsa da 1970’lerde yayımlanan içeriği kaliteli dergilerin, bu dergileri çıkaran entelektüel çevrelerin, kurulmuş yayınevlerinin ve muhtelif faaliyetler yapan sivil toplum kuruluşlarının neredeyse hiçbirinin 12 Eylül’den sonra tekrar inşa edilemediği, dolayısıyla ortaya çıkarılan eserlerin devamının getirilemediği üzerinde tefekkür etmek gerekir. Bütün bu yapıların neden tekrar inşa edilemediği, yeniden bir araya gelenlerin ise neden etkisiz kaldığını değerlendirmek elbette farklı bir incelemenin konusu. Zira, bu yazı 12 Eylül’den bu yana geçen kırk dört senede elimizde var olana ayna tutmaya çalışacak.
Bu yazının kaleme alındığı 2024 yılının Ocak ayında Türk milliyetçilerinin hassasiyet ve tavırları göz önüne alındığında arzu edilen Milliyetçi Türkiye’nin terörden arındırılmış, yasal veya yasa dışı yollarla Türkiye’ye gelen yabancıların memleketine gönderildiği bir Türkiye’den öte bir şey olmadığını tespit etmek gerekir. Aslında bu tespit, Milliyetçi Türkiye’nin çok kapsamlı, üzerinde derinlikli düşünülmüş bir mefhum olmadığının itirafı da sayılabilir. Zira Milliyetçi Türkiye’de ne eğitim öğretim kalitesinin, ne emekliler başta olmak üzere iktisadi olarak dezavantajlı olanların hayat standartlarının ne de içinde bulunduğumuz şehirlerin estetik değer ve kültürel hayatının bir önemi mevcut. Bütün bu kavramların en azından dert edinilmesi için ortaya konulmuş olması gereken çalışmaların ve iddiaların da bir önemi olmadığını söylemeye gerek yok. Peki bu tespiti nasıl yapıyoruz?
Kendisine Türk milliyetçisi diyen kişi ve organizasyonların Türkiye’nin en önemli sorunları olarak sayılabilecek hayat pahalılığı, işsizlik, sağlık, eğitim, adalet ve deprem / kentsel dönüşüm alanlarında bir çalışması veya hassasiyeti olduğuna dair bir izleniminiz yoksa eğer, bu tespite ulaşmak pek de zor olmuyor. Milli birlik ve beraberlik iddiasını bu denli odağa alan milliyetçilerin, Kürtler üzerindeki bölücü terör örgütü hegemonyasını kırmaya dair çalışmalar yürüttüğünü, Kürtlere kucak açan bir söylem geliştirme çabasında olduğunu düşünmüyorsanız eğer, bu tespiti yapmak hayli kolay olsa gerek. Gözlerini Milliyetçi Türkiye’ye, Turan’a dikenlerin, değil Türkiye dışındaki bağımsız Türk devletlerinin vatandaşlarını, değil sınırımızdan 100-150 km ötede yaşayan Türkleri, Avrupa’ya göç etmiş Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını bile kendi kaderleriyle baş başa bırakması, bu tespitin haklılığını soğuk bir şekilde yüzümüze çarpıyor olsa gerek.
Son kertede Türk milliyetçiliğinin üniversitelerde fiziki bir hakimiyet kurma çabasından bir adım öteye geçemediğini kabul etmek gerekir. Elbette hayli sübjektif olan bu tespite katılmayanlar olabilir. Buna mukabil hem Türkiye’de hem Avrupa’da yaşayan vatandaşlarımızın sivil toplum faaliyetlerine katılımlarına bakıldığında Türk milliyetçilerinin sadece İslami camianın veya liberal sol çevrelerin değil selefi çevrelerin dahi gerisinde kaldığını söylemek hatalı olmayacaktır. İslami çevrelerin gerek insani yardım faaliyetlerinde gerek akademik çalışmalarda yaptığı faaliyetleri istihkar ile değerlendirmek, hakikate yapılacak büyük bir haksızlık olacaktır. Gerek devletin bürokratik ve maddi desteğinin mevcudiyeti gerek ise İslamcıların iştahları bu faaliyetleri çeşitli ve başarılı kılmakta. Bununla birlikte liberal sol çevrelerin Avrupalı kurumlardan buldukları fonlar da özellikle insan hakları ve demokrasi sahalarında yürüttükleri faaliyetlerini görünür ve başarılı hale getiriyor. Bütün bu gruplarla mukayese edildiğinde Türk milliyetçilerinin yürüttüğü faaliyetlerin kısıtlılığı ve yetersizliği maalesef beni samimi bir şekilde üzmekte.
Bireysel inisiyatifler sonucu ortaya çıkan birçok nispeten genç kurumun yürüttüğü faaliyetlerden bütün Türk milliyetçilerinin gurur duyması gerektiğini düşünmekle birlikte, bu faaliyetlerin devamlılığının ve çeşitlendirilmesinin orta vadede Milliyetçi Türkiye tanımının yapılmasına imkan sağlayacağına inanmak istiyorum. Bu vesileyle, bugün yüzeysel ve tepkisel bir biçimde görünürlüğünü yalnızca sosyal medyada kazandığına inanılan Türk milliyetçilerinin enerjisini ve üretkenliğini doğru işlere, sonuç doğurabilecek faaliyetlere aktarması arzusuyla güzel, doğru ve başarılı bir Milliyetçi Türkiye tanımı yapabilecek olmayı umut ediyorum. Rabb’im bir zamanlar ettiği yemini bilinçli bir şekilde veren, o yemini onurlandırmak isteyen ve bunu becerebilmek için alınması gereken çok yol olduğunun farkında olan Türk milliyetçilerine imkan versin.