Hep Galip’ten Yana Olmaya Ne Denir?

Bu gönderiyi okumak için gereken tahmini süre 2 dakikadır.

Kimi siyasi, toplumsal mahallelerde yeni bir tavır gelişti. Dünyanın neresinde olursa olsun var olan insani krizlere ve büyük çatışma/savaş/soykırımlara karşı güçlünün, galip görünenin yanında saf tutmayı politik bir bilinç olarak göstermeye çalışma tavrı. Haklının, mağdurun, mazlumun yanında yer almayı Türk olmanın mütemmim cüzü olarak sayarken biz, henüz kayıtsızlığa tam manasıyla alışamadan bir de zalimin tarafında yer almayı kendisine hak gören insanların varlığıyla sınanmaya başladık.

Bugün İsmail Haniyye’nin şehadetinin ardından yazmak istedim bu yazıyı. Zira Hamas’ın bir terör örgütü olduğuna bila kayd ü şart iman etmiş bazı Türkler(!), Haniyye’nin öldürülmesinin ardından davul zurnayla kutlama yapmaya hazırlanır, inandıkları liberal Batıcılığın Tanrısına şükretmek adına sunacakları adağa dair çalışmalarını hızlandırır görünmekteydiler. Bütün teröristlerin sonunun Haniyye gibi olmasını dilediklerini yazdılar, teröristin kim olduğuna hangi kişi, hangi kurum, hangi vicdanın karar verdiğine dair bir sorgulamaları olmadan.

Öyle ya, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin hiçbir yetkili organı terörist olarak tanımamıştır Hamas’ı. “Devlet’in terörist olarak tanıdığını ben de tanımak zorunda mıyım canım?” sorusunun sorulduğunu düşünelim, ki bence haklı bir itirazdır, Hamas’ı terör örgütü olarak tahayyül etmek için gerekçeleri olduğunu iddia eden bir insanın İsrail Devleti’ne çok daha şedid bir şekilde yaklaşması gerekmez mi? 7 Ekim olaylarını ele alalım. 24 saat bile sürmeyen bir saldırıda festival basılması, insanların öldürülmesi, kaçırılması bir örgütü tamamıyla terör örgütü olarak tanımlamak için yeterliyse eğer, hastaneleri, camiileri, mülteci kamplarını bombalayan on binlerce insanı öldüren bir yapının yanında durmak gerçekten bir vicdan muhasebesinin sonucu mudur? Yoksa galibiyetin adil bir mücadele ve haklı bir dava savunusu sonucu olup olmadığını irdelemeden, zulüm içerip içermediğini, soykırımın bir usul olarak benimsenmesine, ırkçılığa, bebek katilliğine itiraz geliştirilmeden galip ve güçlünün zulmünü kabul meselesi midir?

Benzer kişilerin, hemen sınırlarımızın karşısında 12 yıldır çoluk çocuk, kadın yaşlı demeden yüz binlerce sivili öldüren, gasp ederek kurduğu otoritesini kurabilmek için başka ülkelerin kulluğunu kabul eden, topraklarını aşırıcı silahlı çetelere açan ve tek beklentisi kurulduğu tahtta oturabilmek olan bir caniyi savunması sizce tesadüf müdür? Suriye İç Savaşı’ndaki gelişmeleri merak etmeyen, sahanın durumunu araştırmaya zahmet etmeden, Türkiye’nin tezlerini ve çabalarını dahi umursamadan Esad’ı meşrulaştırmaya çalışan insanların derdi ne ola ki?

Bu tavra sahip olanların o devirde yaşasalardı Çeçenistan’da Rusya’nın, Bosna’da Sırplar’ın tarafını tutacağına neredeyse emin gibiyim. Karabağ’da ise Ermeni-Rus güçlerine karşı Türk’ün yanında saf tutmamak için çeşitli bahaneler üreteceklerini düşünüyorum. “Rusya ile nasıl baş edeceksin, üç beş silahlı adam kaybedip Türkiye’ye de kaybettirecek, Karabağ yüzünden doğalgaza zam gelmesi kabul edilebilir mi?” soruları neredeyse sosyal medyada karşıma çıkmış gibi hissediyorum. Bugün Kıbrıs’ta ve Ege’de Avrupa Birliği üyesi devletlerle çıkarlarımız çatışınca buna benzer argümanlar üretmiyorlar mı zaten? Elbette bunlar bir spekülasyon, ancak bir vakıa var ki bugün karşımızda Suriye’de Esadçı, Filistin’de Netenyahucu olan yüz binler var.

Esad ve Netanyahu’nun ortak noktalarını düşündükçe bu tablo daha da vahimleşiyor. Terörle mücadele(!) yöntemleri ve öldürdükleri insanların Müslüman Araplar olması. Eğer mesele ikisinin de savaş uçaklarıyla bombalamayı marifet saydığı Müslüman Araplar değilse, ki inşallah değildir, tek bir ortak nokta kalıyor geriye. İkisi de sözde ülkelerini özde koltuklarını korumak için yüz binlerce sivili öldürmekte bir beis görmeyen eli kanlı katiller aslında. Mazlumların birbiriyle kardeş olduğu gibi zalimlerin de kardeşliği iki benzemez kardeş ilan ediyor bu ikiliyi. İşledikleri zulümler, ellerini kanlarına buladıkları masumlar bu insanları galibiyete ulaştırıyorsa eğer, o galibiyetler de devletleri de başlarına yıkılsın. Atalar sözü ne güzel söylemiş: “Zulümle abad olanın, ahiri berbad olur.”

Ne mutlu ki Türk milletinin kahir ekseriyetinin kalbi Filistin’de Filistinlilerle, Suriye’de Suriyelilerle atıyor. Zulüm ehliyle, çağımızın Hitlerleriyle en azından dualarında mücadele ediyor. Galip görünmeleri, koltuklarını korumaları aklımızı çelemiyor. Zira vicdanımız henüz kimilerininki gibi güce, paraya veya zulme biat edecek kadar satılık değil. Zulmüne bakmaksızın hep galipten yana olmaya yavşaklık dendiğinin hala farkındayız. Elhamdülillah.

 

Paylaş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir