Bu gönderiyi okumak için gereken tahmini süre 3 dakikadır.
Hayatın anlamı nedir? Bu sorunun cevabını hiçbir zaman veremeyeceğimi düşünmüyorum. Ancak bana hayatımı anlamlıymış gibi gösteren az sayıdaki eylemden birinin dostlarımla sohbet etmek olduğuna eminim. Bu sohbetlerde çok devlet kurdum, pek çok defa ise batırdım. Kitaplara hayran kaldım, şiirden de nefret ettim. Çok acımı dindirdim, bazen de mutluluklarımı perçinledim. Hasbihal etmenin kıymeti bende o kadar yüksek oldu ki mesleğimi bile bu sohbetlerden aldığım ilhamlar sayesinde belirledim diyebilirim. Sohbetin en koyu anında onu bozan her şeye de şiddetle karşı koyarım. Ne demişler namazın kazası olur sohbetin kazası olmaz.
Bu yazıya sebep olan olaylar da dostlarımla yaptığım bir sohbet esnasında gelişti. Akşamüzeri iki arkadaşımla beraber, ortamdaki gürültü kirliğine inat, bir kafede oturup muhabbet etmeye başladık. Sağdan soldan konuştuk ve üçüncü çaylarımızı içiyorduk ki, laf döndü dolaştı entelijansiya mensubu bir kişi nasıl olmalı? sorusuna bağlandı. Yüksek sanata ilgi duymak ve mümkünse iştirak etmek, iyi bir eğitim seviyesi ve ekonomik sermayenin yeterli seviyede olması gibi bir takım önerilerde bulunduk. Bu öneriler bizi tatmin edemediği için bu gruba mensubiyeti olması gerektiğine inandığım üniversite çalışanları üzerinden konuyu somutlaştırmak istedim.
–Entelijansiya üyesi bir akademisyen nasıl olunur? Diye sordum.
-Yılda iki makale yazmak. Dedi bir arkadaşım.
-Konferanslarda bildiri sunmak da lazım. Diye diğeri ekleme yaptı.
Ben de durur muyum? Nasrettin Hoca misali yapıştırdım bir tane daha.
-Kitap bölümü yazmalı ve çeviriler de yapmalı.
Bunlar ve daha fazlası aklımızdan geçti. Tek tek üzerinde durduk. Bu saydıklarımız, hakkıyla yapılıyorsa, oldukça kıymetli şeylerdi. Ancak tam olarak tatmin olamadım. Bunların bir akademisyenin yapması gereken üretimler olduğundan şüphem yoktu. Fakat beni akademiye yönlendiren eski sohbetleri hatırladıkça, meselenin bu gerek şartların ötesinde bir hal olması gerektiğine kanaat getirdim. Sonra düşündüm. Acaba çok çalışkan bir akademi üyesi olamadığım için mi bunları yeterli görmüyordum? Zannetmiyorum. Kendi tembelliğimi kabul etmekle beraber bunların dışında bazı vasıfların da akademi üyelerinde olması gerektiğini düşündüm. Biraz daha konuşunca eksiği tamamladım.
Eksik şuydu: Bilgi birikimini ve deneyimlerini kendi hal ve tavırlarına yansıtabilmiş bir karakter sahibi olabilmek. Bir akademi mensubunda görmek istediğim en temel özellik kesinlikle buydu. Üç çayın ardına birer kahve söyledik ve bu boşluktan istifade edip arkadaşlarıma tekrar sorular sordum:
-Sosyal ilişkilerinde yetersizlikler gösteren birinin küresel ekonomi ve politikalar üzerine sağlıklı bir bilimsel analiz yaptığına inanabilir miyiz? Sorun çözmek yerine sorunun sebebi olan insanların kendi mesleklerini ahlaklı şekilde yapabildiklerine güvenebilir miyiz? Çevresinde yalancılığı ile ün salmış kişilerin öğrencilerine doğru şeyler öğretebileceklerine inanmalı mıyız?
–Evet inanabiliriz. Dedi arkadaşım.
Benim yüz ifadelerimden tatmin olmadığımı anladıkları için bir diğeri açıklama yaptı.
–Karakteri bozuk olsa da işini iyi yapıyor olabilir veya bilgisini siyasi ikbal ve kariyer ilerlemesi için kullanıyor da olabilir.
-İyi de bunlar da üslubun birer yansıması değil mi? Diye cevap verdim.
Kimse kusura bakmasın ama bu açıklamalar bana inandırıcı gelmiyor. Fransızca “Le style est l’homme meme” sözü Ziya Paşa tarafından dilimize “Üslûb-û beyan aynıyla insan” şeklinde çevrilmiştir. İnsan, özünde neler ile yüklü ise bunları kendini ifade ediş yöntemlerinde, tavırlarında açığa çıkartır. Benim gözümde akademi mensupları sahip oldukları erdemler konusunda şüphe duymayacağımız bir yerde duruyorlar. Eğer konu bir pop şarkıcısı olsaydı, sesinin ya da şarkısının güzel olduğunu kabul ederek geri kalan hayatını görmezden gelebilirdik. Ancak entelijansiya üyesi olmaya namzet bir akademi mensubunun omuzlarındaki yükün bundan daha fazlası olduğuna inanmak istiyorum sanırım. Daha doğrusu bunun dışındaki seçeneğin olabileceğine inanmak için çaba harcasam da ruhen kabul edemiyorum.
Baktım ki arkadaşlarımı yeterince ikna edemiyorum, Yunus Emre’nin yalınlığına sığındım. Şiiri sevmesem de Yunus’u duymak çevremdekileri benden daha ikna edici olabilirdi.
Miskinlikte buldular, kimde erlik var ise,
Merdivenden ittiler, yüksekten bakar ise.
Gönül yüksekte gezer, dembedem yoldan azar,
Dış yüzüne o sızar, içinde ne var ise.
Sohbet en koyu halinde devam ederken kafede bizi gören bir öğrencimiz yanımıza yaklaşıp selam verdi. Biraz hoş beş ettikten sonra bizden kitap tavsiyesi almak istediğini söyledi. Elbette dedim ve garsondan bir bardak su getirmesini istedikten sonra öğrencime yardım istediği konularda içerikler üreten Youtube kanalları olduğunu söyledim. Bir iki tanesini hemen orada otururken kendisine gösterebilmek için telefonumu çıkarttım ve ikimizin de görebileceği şekilde masaya yerleştirdim. Büyük bir ciddiyetle yaptığım bu hareketlerden sonra parmağımla Youtube arama motoruna bastığımda geçmiş aramalarım ekrana yansıyıverdi.
– Volkan Demirel Kavga
– İttihat terakki müzikleri
– Tarihin arka odası Erol Şadi Hoca
– Celal Şengör İlahi Söylüyor
-Inter-Barcelona 2009-2010
Arama yapmak istediğim kelime “Public Policy” olmasına rağmen “P” ye basar basmaz karşıma çıkan önerilerle beraber durum daha da vahimleşti.
-Peaky Blinders sountrack
-Post 42 yeni bölüm
-Popstar Abidin’e ne oldu?
Artık yanımdaki öğrencimin bana bakışlarının nasıl olduğunu görebilecek kadar bile kafamı çeviremez hale gelmiştim. Tam o anda garson biraz önce sipariş ettiğim suları getirdi. Sen ne yüce bir insansın ey garson! Bana öyle bir iyilik yaptın ki Quasimodo’ya su veren Esmeralda bile bu kadar zor anda yetişmemişti yardıma… O an anladım ki ben dâhil olmak istediğim entelijansiyanın bir mensubu olmaya çok uzaktayım.
Belki de ”Entelijansiya üyesi bir akademisyen” yoktur. ”Giz perdelerini kapamakta usta bir akademisyen” vardır. Keza bir şeyleri gizlemek birçok meziyeti beraberinde taşımayı gerektiriyor fikrimce…