Şeyh Sait Neden Önemli?

Bu gönderiyi okumak için gereken tahmini süre 4 dakikadır.

Ülkemizde ara ara hortlayan lüzumsuz tartışmalar olmasaydı ne yapardık bilmiyorum. Toplumsal ve siyasi olaylara ilgili insanların, hatta hayatlarını siyasetten kazanan profesyonellerin ilgilenmesi gereken meselelerin azlığı bu tartışmalara bizi muhtaç bırakıyor diye hissediyorum. Allah’tan Norveç gibi, Danimarka gibi insanların gündelik hayatlarını insan onuruna yaraşır şekilde sürdürmesine engel olan problemlerle ve memleketin insan kaynağını ve sermayesini verimli kullanmasını sağlayamayan yapısal sorunlarla uğraşması gereken bir toplum değiliz de bir asır öncesinde kalmış ve öyle ya da böyle hallolmuş meseleleri tartışmaya bolca vakit bulabiliyoruz. Allah muhafaza, insanları sokaklarda başıboş gezen köpeklerin parçaladığı, kamusal kaynaklardan servet değerinde paralar harcanarak eğitim görmüş nitelikli insanların yurt dışına göç ettiği, iş gücünü oluşturan insanların verimsiz çalışma koşullarıyla yetersiz ücretler karşılığında bütün hayatlarını sermaye sahiplerinin kullanımına sunduğu, zorunlu eğitim adı verilen uygulamada vatandaşlara anadilin dahi düzgünce öğretilemediği, deniz ve kara sınırları süper güçler tarafından desteklenen vekiller tarafından durmadan tehdit ve taciz edildiği, küresel suç örgütü liderlerinin operasyonel bir merkez olarak kullandığı bir ülkede yaşıyor olsaydık, Şeyh Sait’i temcit pilavı gibi tekrar tekrar ısıtmaya fırsatımız olur muydu? Hiç sanmıyorum. Çok şükür, böyle gündemlerimiz yok da, haftalar sonra yazı yazmak üzere bilgisayar başına geçince 1925’te vuku bulmuş Şeyh Sait İsyanı’na dair tartışmaların siyasi ve toplumsal yaşamımızdaki işlevini ve önemini kaleme alma şansına sahip olabiliyorum. Mesudum.

Bölücü ajandanın veya karşı devrimci odakların bize attığı bir kazık olarak adlandırılabilir mi bu durum bilmiyorum, lakin siyasi parti genel başkanlarının ve derin entelektüel birikimleriyle bizleri aydınlatma vazifesini üstlenmiş analizcilerimizin bir senelik konuşma dökümlerini ortaya çıkarsak, elimizde ne kalacak merak ediyorum. Senede en az bir kere Şeyh Sait İsyanı’nın, Dersim Olayları’nın, Şehit Kubilay’ın, İzmir Suikasti’nin vs. gündem olmasından yola çıkarak karikatürize bir şekilde herhangi bir siyasi parti genel başkanının bundan yüz sene önce vuku bulmuş hadiseleri parti programında yer alan en önemli projelerinden daha çok andığını iddia edebilirim. Bana kalırsa, ideal bir düzlemde ülkemizde ana muhalefet partisi genel başkanı hüviyetinde bir siyasetçinin katıldığı bir televizyon programında bir gazetecinin Şeyh Sait hakkında ne düşündüğünü sorması bile abesle iştigalden fazlası değil. Elhak, ideal bir düzende yaşamıyoruz. Hakikaten de toplumumuz için son derece eğitici ve faydalı bir saha olma konusunda her geçen gün gelişen sosyal medya platformlarında Şeyh Sait’in ismi o denli gündem oluyor ki siyasetçilerimiz buna duyarsız kalamıyor, diyelim. Toplum neden bununla ilgileniyor? Şeyh Sait kim ki?[1]

Aslında meselenin Şeyh Sait olmadığını düşünüyorum. Ne Şeyh Sait’i bir müceddid veya mücahit görenler, ne onu Kürtlerin temsilcisi mertebesine yükseltmeye çalışanlar ne de isyana dair öfkesini devlete ve rejime sadakati nazarında şiddetli yaşayanlar Şeyh Sait’le ilgileniyorlar aslında. Şeyh Sait’in isminin zikri apaçık bir tembelliğin ürünü. Bu tembellik, içinde yaşadığımız zaman diliminin, 2023 yılının sorunlarıyla ilgilenmek, bu sorunlara çözüm önerileri geliştirmek istemeyenlerin kolayca kaçabileceği bir yol haritasını içeriyor olmasından dolayı hayli tercih edilebilir bir tutum. Zira kendilerinin hiçbir entelektüel zahmeti olmaksızın dahil oldukları temeli gayet zayıf fikrî sınırların içinde kalmaya çalışan insanlarla dolu kamusal tartışma ortamı. Bütün bu tartışmalara taraf olma çabası da, hakikati aramaya dair en ufak bir ilgi olmaksızın, süregelen toplumsal kamplaşmalarda yer alınan mevzilerin tahkiminden farklı bir amaç taşımıyor. Bir şeyleri tartışmıyoruz, kelle sayıyoruz özetle. “Kabul edenler? Etmeyenler? Kabul edilmiştir.” ilanında vuku bulan önceden kararını vermiş olma hâli, bütün bu gürültü kalabalığının asıl sebebi. Gelin bir düşünelim, bütün siyaset sahamız bundan ibaret değil mi aslında?

“Atatürkçüler bu partiye oy versin, Türkeşçiler şuna. Muhsin Başkan’ı sevenler buraya oy verecek, Aleviler ötekine. Turgut Özal’ı, Adnan Menderes’i, Necmettin Erbakan’ı, Bülent Ecevit’i veya Süleyman Demirel’i seviyorum diyorsanız seçenekleriniz bunlar. Şeyh Sait ve Seyit Rıza için ise şu ikisinden birini seçeceksiniz.” Böyle bir seçim yönergesini seçimden 2-3 ay önce yayımlasak ve bir deney yapsak, geçtiğimiz aylarda karşımıza çıkan seçim sonucundan farklı bir şeyle karşılaşır mıyız, emin olun bilmiyorum. Sayılan isimlerden en son vefat edenin, cenaze namazından bugüne geçen süre 13 sene. Aktif siyasete en yakın başlayan politika yapmaya başladığında Türkiye’de Marlboro satışı yasaktı desek, herhalde yanlış olmaz.

Bu durum önemli, zira bu siyasetçilerin en kötüsünün siyasete başladığı gün ortaya koyduğu yol haritasının o günün koşullarında en mükemmel reçete olduğunu varsayımında dahi bugünün Türkiye’sinde hiçbir karşılığı olmayan birkaç sayıklamadan başka miras bırakmadığını kabule bizi mecbur ediyor. Kaldı ki zikredilen isimlerin en parlak kariyere sahip olanının dahi ortaya koyduğu reçetelerin hatalarla dolu olduğu, istenmeyen sonuçlara neden olduğunu söylemek, sanıyorum ki herkesin üzerinde ittifak edeceği bir husus. O zaman bu mevzileri tahkim etmeyi neden bırakmıyoruz? 2023 yılının sonlarına gelirken artık siyasi ömürlerinin sonuna gelmiş siyasi parti liderlerinin, kendilerinin gençlik kollarına katıldıkları sırada parti genel başkanı olanlara referans dışında hiçbir işlev görmüyor olmasına neden tahammül ediyoruz? Bu durumun kamusal kaynakları bölüşmeyi en önemli ödevleri sayan siyasetçilerin işini ne denli kolaylaştırdığının farkında değil miyiz? Biz, sıradan vatandaşlar, neden bu insanların beceriksizliklerini, vizyonsuzluklarını makyajlamak için kullandığı bu gündemleri satın alıyoruz? Neden toplumsal olarak on yıllarca önce verilmiş kavgaların, siyasi veya toplumsal ürünlerin peşinden sorgusuzca gitmeyi kendimize bir görev sayıyoruz? Neden geçmişle bu kadar ilgileniyoruz?

Bu sorulara her bir seçmenin, yalnızca millet egemenliğinin kendisine yüklediği sorumluluklar doğrultusunda vereceği bir cevabı olmalı. Yoksa, egemen bir milletin rasyonel bir ferdi gibi davranmadığını toplumun ona hatırlatması gerekiyor. Kısır tartışmalardan bir adım ötesine geçebilmemiz, toplumsal/politik yaşamda bir arpa boyu ileri gidebilmemiz, bana kalırsa buna bağlı. Yoksa tahkim edilen mevzilerimizde, mevzubahis Şeyh Sait hadisesi ise eğer, doksan sekiz yıl önce durduğumuz yerde duracağız. “Kemal Paşa’dan, devletten, merkezi idareden mi yanasın, yoksa Şeyh Sait’ten mi?” sorusuna vereceği cevap silahını sırtlanıp Şubat-Mart 1925 Diyarbakır’ında bulunma imkanı olmayanlar için ancak bir başlangıç, bir emekleme noktası olabilir. Emeklemeyi artık bırakalım ve mümkünse sorulacak soruları derinleştirelim. Bana göre, verilen yanıta cevaben tahkir edici bir tavırla “Eeee?” tepkisinin verilmesi, yerinde olacaktır. “Eeee, bugün için ne söylüyorsun?” Var mı cevabımız?

[1] Tarihimizde belki on binlercesi bulunan isyan ve eşkıyalık hareketlerinden birinin önderi olmaktan başka.

Paylaş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir