Silivri Günleri

Bu gönderiyi okumak için gereken tahmini süre 3 dakikadır.

               Silivri Cezaevi’nin karşısında uçsuz bucaksız tarlalar uzanıyor. Sırtınızı lojmanlara döndüğünüzde ufuk çizgisine dek yayılmış yemyeşil araziler görüyorsunuz. Bunlardan en yakınının yola bitişik bir köşesinde Zafer Partililer haftalardır nöbet tutuyor. Alanda ufak bir karavan dışında sığınılabilecek kapalı bir yer bulunmuyor. Burası partililer tarafından kiralanmış bir özel mülk olmasına karşın daha nöbetin ilk günlerinde çadırlar, valilik talimatıyla paramparça edilerek yıkılmıştı. Akabinde alanda bulunan iki karavandan biri de mevzuatın bilmem hangi köşesindeki ayrıntıya dayanılarak kaldırılmıştı. Yağmur ve kardan korunabilmek için hiçbir vasıtaya izin verilmeyince tarlanın yalnız o köşesinde bulunan beş on ağacın etrafı streçle kaplanarak üstü açık bir oda elde edildi. Gerçi jandarma marifetiyle bu naylon odacığın da kaldırılması bildirildiyse de neden sonra bu kararın icrası gerçekleşmedi. Arazinin yalnız belirli bir kısmında bulunan bu ağaçları dikenlerin, Ergenekon-Balyoz döneminde tıpkı bugünkü gibi aynı yere çadır kurarak hürriyet nöbeti tutanlar olduklarını öğrenince memleket adına daha çok hayıflandık.

            Bozkırın ortasında hiç ara vermeksizin esen rüzgâr bir müddet sonra sanki insanın yüzünü kesiyor. Biraz önce dondurucu soğuktan kaçmak için yer arayan eller şimdi ısınsın diye uzatıldığı ateşte sanki kavruluyor. Bir süre sonra ellerinizin içi ve dışı zımpara gibi oluyor. Bazı günler bütün bir zemin kar altında kalıyor. Karlı günlerde hava nispeten daha yumuşak, soğuk da şiddetsiz. Takip eden sabah karlar eridiğinde ise yer yer balçığa dönüşen bir çamur denizi ortalığı kaplıyor. Hava şartları değişse de partililer, kar ve yağmur altında yirmi dört saat nöbet tutmaya devam ediyor.

            Nöbet, her gün bir ilçe teşkilatına aitse de çoğu zaman en azından iki üç ilçe daha desteğe geliyor. Neredeyse her gün Zafer Partili olmayan veya desteklediği hâlde teşkilatlarda bulunmayan pek çok kişi kendiliğinden çıkıp geliyor. Bekleyen kalabalık içinde en çok da onlar takdir görüyor.

           Alandaki partililerin büyük çoğunluğu gençlerden oluşuyor. Kimisi işten, okuldan çıktığı gibi Silivri’ye geliyor, kimisi işinden, okulundan taviz veriyor. Mesela öğreniyoruz ki bir arkadaşımız, mesai saatleri dışında sırf buraya geldiği için işinden kovulmuş. Hemen o anda bir başkası söze giriyor, bizden de iki kişi atıldı diyor. Öfkelenip söylenmeye fırsat bulamadan “vatan sağ olsun” sesi yükseliyor ve bahis kapanıyor.

         Günlük konuşmalarda tahmin edildiğinden çok yer kaplayan odun kesme, ateş yakma ve yakılan ateşi canlı tutma mevzularından başka Ümit Hoca’nın ne zaman özgürlüğüne kavuşacağı, partinin durumu ve muhtemel senaryolara göre akıbetinin ne olabileceği, alt ve üst kademelerin mevcut süreçteki siyaseti veya siyasetsizliğine yönelik yerine göre onay ifadeleri yerine göre eleştiriler konuşuluyor. Ateş başında toplanıldığı vakit, ellerde çay, ağızlarda sigara da varsa eski günler diriliveriyor. Çok farklı şehirlerden gelmeleri münasebetiyle normal şartlarda birbirleriyle tanışmayan ve tanışması da pek mümkün olmayan bu insanlar, çoğu kez geçmişin ortak anıları üzerine bir yakınlık kuruyor. Öyle ya yeni tanışan iki Zafer Partili birbirleriyle ilk ne konuşur? Ocak günlerini.

            Türk milliyetçiliğinin her iki yüzü de bu toplulukta bir şekilde ortak yaşam sürüyor. Benim varlığından zevk aldığım ve fakat parti politikası bakımından esasen kazananı zaten belli olan bu tatlı çekişme zaman zaman şakalaşmalara yol açıyor. Gençlerden biri, ateşi yakamayan arkadaşına gülerek “siz seküler milliyetçiler ateş bile yakamazsınız, bak soğukta kaldın” diyor. Üçer beşer bekleşenler arasında, yalnız orada, o alanda konuşulabilecek nice şeyler söyleniyor.

            Kimi zaman içinde bulunulan duruma nazaran dışarıdan bakanların idrak edemeyeceği sahneler yaşanıyor. Mesela -7 derecelik bıçak gibi soğuğun yakıcılığından kaçarak hararetle yanan ateşin başına toplananlardan biri, “böyle bir hayatı nerede yaşayacaktınız, bak hayatınıza renk geldi” diyerek gülüyor. Kimi zamansa alınan bir haber, duyulan bir sözle gerçeğin şiddetli tokadı yüzlere iniyor ve öfkeli ağızlardan sövgüler duyuluyor. Bazen umut, bazen umutsuzluk hâkim oluyor. Belki de yasını yaşamayı erteleyenlere benzer biçimde hemen hemen hiç üzüntü belirtisi görülmüyor. Üzüntü beklenen yerde daima öfke oluyor.

            Biri ziyaretten çıktığı vakit etrafına toplananların sorusu hiç değişmiyor: “Hoca nasıl, iyi mi?”. Her seferinde de aynı olumlu cevaplar duyuluyor. Ara ara bitişikte bir jandarma aracı duruyor. Camlar açılmadan resimlerimiz çekilip sayımız kaydediliyor. Eğer geldikleri fark edilirse hep birlikte eller sallanıp selam veriliyor. Bazen de gözetleme işi dronlarla yapılıyor.

            Demem o ki Silivri önünde Zafer Partililer, zaten var olan ve özellikle yaratılan güçlüklere rağmen hürriyet nöbetine devam ediyor. Kime sorsanız, kiminle konuşsanız tümüyle, keyfî biçimde hürriyetinden alıkonulan genel başkanları özgürlüğüne kavuşmadan buradan ayrılmayacağını söylüyor. İstisnasız her bünyede günden güne tazelenen bir bağlılık ve zulmün varlığından habersizmişçesine diri bir ümit yaşıyor. Ben de aynı ümitle diyorum ki:

Mutlak boşanıp gürleyecek yarın,

Bozkırda yüzü sıyıran yel gibi,

Bir çift göz, ardında parmaklıkların;

Apansız olacak kar, boran, tipi.

Paylaş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir