Bu gönderiyi okumak için gereken tahmini süre 1 dakikadır.
Kamu hukuku, ortaya çıktığı günden beri, gerçek bir hukuk alanı olmamıştı. İki asır boyunca hukuka benzetilmeye çalışılan bu alanın sık sık aslına, yani siyasete rücu ettiği görülüyor. Elbette siyaset derken, parlâmentolarda oynanan tiyatroyu değil, Schmittçi anlamıyla siyaseti kastediyorum.
Bugün hukuk dediğimiz şey, bin yıllar boyunca beşerî hayatın siyaset-dışı kısmında ve siyasetin müsaade ettiği ölçüde var olmuştu. Üretim araçlarını çıplak güç / zor yoluyla kontrol eden muktedirler samimî davranıyor ve siyaseti “açıkça” yapıyordu. Hukukçular da kendilerine bırakılan alanın, Montesquieu’nün tarifiyle “sıradan kişiler arasında doğan ihtilafları çözmek ve adî suçlulara ceza vermek”ten ibaret bulunduğunu pekâlâ biliyordu. Daha “yerli” terimlerle ifade etmek gerekirse, eski hukuk (fıkıh), muamelâtın ve ukûbâtın ötesine geçemezdi. Reâyâdan Ahmet’in Mehmet’i kasten öldürmesi, hukukun alanına girdiği için, Ahmet’in şiddetle cezalandırılmasını gerektiriyordu. Tahta oturan Ahmet’in, tahta çıkma potansiyeline sahip kardeşi Mehmet’i veya arkasından iş çeviren sadrazam Murat’ı kasten öldürmesi ise hakkında kadılarca hüküm kurulması mümkün olmayan siyasî bir meseleydi.
Yaklaşık iki asır önce Batı Avrupa’da üretim araçlarını ele geçiren burjuvazi, geçmiş muktedirlerin aksine, siyaseti çoğunlukla “perde gerisinden” yapmayı yeğledi. Siyasî iktidarın kurulması, sürdürülmesi, el değiştirmesi, örgütlenmesi, kullanımı ve denetimi gibi meseleler “kurallı / normatif” bir görünüme kavuşturuldu. Zavallı hukukçular, yeniden biçimlendirilmiş bu meseleler hakkında konuşup hüküm vermek üzere sahneye davet edildi. İdare mahkemeleri, anayasa mahkemeleri, sayıştaylar, seçim yargısı (yüksek seçim kurulları), savcılıklar… Siyasetin alanında alelacele inşa edilen bütün bu müesseseler, hukukçularla dolduruldu.
Evet… Kamu hukuku, dere yatağında kurulmuş derme çatma bir mahalleye benzer. Bu yüzden yağmur biraz fazla yağmayagörsün, “mekânın sahibi” olan tabiat -yani siyaset- kendisine ait olanı geri alıverir. Peki, zavallı kamu hukukçularına ne mi olur? Ne olacak, boğulur giderler!