Sıradan İnsanların Önemsiz Dertleri

Bu gönderiyi okumak için gereken tahmini süre 4 dakikadır.

Barolarda seçimler bugün itibariyle son buldu. Barolardan avukatlar, yargı sistemi, adalet arayışları ve Türk milleti lehine çalışmalar ve kazanımlar beklemeyi bırakalı bir hayli süre geçtiğinden ve de en başta avukat olmadığımdan bu süreçleri yakından takip etmedim. Türk milliyetçisi arkadaşlarımızın kazanmak değil varlıklarını göstermek, galip olmak değil mücadele etmek için gecelerini günlerine katmalarını gıptayla izlemiş olmamı saymazsak tabii. Bundan birkaç ay önce de Ankara Tabip Odası seçimini benzer bir iç çekmeyle takip etmiştim.

Bu seçimleri, meslek odalarını yönetme iddiasına sahip olanların meslek mensuplarıyla bağları, seçimlere katılım oranlarının düşüklüğü, Türk milliyetçilerinin seçim süreçlerindeki yalnızlığı ve Türk milliyetçilerinin mesleki sorunlara olan ilgisinin diğer bütün gruplardan daha yüksek olması gibi temalarla irdelemek ve yazıya dökmek elbette mümkün. Benim bu seçim süreçleri neticesinde asıl ele almak istediğim konu ise bu meslek odalarına üye meslek erbabının yaşadığı sıkıntıların seçim süreçlerinde gündem maddeleri arasında hep arka planda kalıyor olması.

Bugün, Ankara’da Sıhhiye Adliyesi’nin önünde bekleyip elinde cübbesiyle bir yerlere yetişmeye çalışan genç bir avukatı durdurun. Size, ücret alacak kadar şanslıysa, asgari ücretin üçte biri oranında bir ücret karşılığında zorunlu staj süresini geçirdiğini, bitirdiği dört yıllık hukuk fakültesi eğitiminin ardından çay demlemek ve ofis temizlemek gibi işleri yapmasının beklendiğini, stajı bitirdikten sonra asgari ücret, veya biraz fazlası, karşılığında çalıştığını, sahip olduğu hayallerin çok uzağında bir yaşam sürmek zorunda kaldığını anlatacaktır muhtemelen. Bir düzen kurmak, evlenmek, hobileriyle uğraşmak bir kenara dursun öğrenci hayatını devam ettirmek mecburiyetinde olduğunu, ev arkadaşlarıyla yaşadığını ekleyecektir. Mesleki yaşamının ekonomi veçheleri dışında da onlarca sorunundan dem vuracağına ben bahse girerim. Peki Ankara Barosu’nda geçtiğimiz hafta şahit olduğumuz seçim süreci, bu konuların ana gündem haline getirildiği bir süreç miydi?

Yahut Ankara’daki herhangi bir devlet hastanesinde görevli olan bir hekimi ele alalım. Muhtemelen ekonomik sorunlardan çok daha az bahsedecektir, lakin hekime yönelik şiddet olaylarının, doktorların mesailerinin, hastanelerin fiziki imkanlarının merkezinde yer aldığı birçok şikayetini peş peşe hızlıca ifade edeceğinden eminim. Ankara Tabip Odası seçimlerinde, bu sorunlara yeterince değinildi mi?

Maalesef her iki sorunun cevabı da sahih bir şekilde hayır olarak ortaya çıkıyor. Zira barolar ve tabip odaları başta olmak üzere meslek odaları siyasi aidiyetlerin ön plana çıktığı, siyasi ajandaların kendisini gösterdiği ve en nihayetinde ülke genelinde seçimlerde muzaffer olamayanların mikro iktidarlarını korumak için yoğun gayretler gösterdiği bir sahne aslında.

Bu durumu en açık haliyle, 20 Ekim tarihinde gerçekleşen İstanbul Barosu Genel Kurul Toplantısı’nda gördüğümüz kanaatindeyim. Kendisi de bir siyasetçi olan İbrahim Kaboğlu’nun twitter hesabına girin ve seçim sürecini şöyle bir inceleyin. CHP milletvekillerini ve il başkanını, TİP milletvekillerini, Aleviler için verdiği mücadelesine atıf yapan sivil toplum kuruluşlarını ve ÇYDD gibi kurumları ziyaret eden bir baro başkan adayı profili göreceksiniz. Gayet güzel, bir baro başkanı adayı elbette bu kurumları ziyaret ederek avukatlar için geliştirdiği projeleri anlatabilir. Peki gündem bu mu? İbrahim Kaboğlu’nun seçimlerden bir gün önceki çağrısı gündemin pek de bu olmadığını ortaya koyuyor, zira genç avukatları avukatların mesleki sorunlarına çare bulmak için çağırmıyor sandığa: “İstanbul Barosunun nicelikten gelen gücünü niteliğe dönüştürmek için, hukuku etkili kılmak, insan haklarına dayalı laik ve demokratik cumhuriyeti inşa için bütün meslektaşları, özellikle genç meslektaşlarımı sandığa çağırıyorum. Yarın burada görüşmek üzere.” Peki seçimi kazandıktan sonra ilk demeci ne üzerine hocanın? “Anayasa’nın ilk 4 maddesi, olumlu yönde değiştirmek mümkündür.”

Bütün bu tespitleri yaparken İbrahim Kaboğlu’nun siyasi kimliğini, hayat görüşünü hiç mi hiç önemsemiyorum. Sorunumuz burada çok açık; eğer İstanbul Barosu Başkanı, ilk açıklamasını gündemdeki Anayasa değişikliklerine dair yapacaksa, bu meseleleri önceleyecek ve merkezine koyacak kadar siyasi bir gündeme sahip olacak bir kurumsa, avukatların gündelik sorunlarını kim dile getirecek, çözümü kim bulmaya çalışacak?

Tek suçlu olarak İstanbul Barosu’nu göstermek de doğru değil elbette. Ankara Tabip Odası seçimlerini manipülasyonlar“AKP’liler odayı ele geçirecek.” söylemiyle kazananlar, Ankara 2 No’lu Barosu’nda AKP ile MHP’nin desteklediği adaylar arasındaki yarışmayı yürütenler, belediyelerdeki makamlarını Türkiye’nin makro gündemindeki meselelere dair söylem üretmek için kullananlar… Hepsini suçlamak, biraz da gündelik yaşamlarımızda hepimizin yaşadığı sorunlara odaklanmak gerekmez mi?

Avukatlar baro başkanlarını, hekimler tabip odası başkanlarını, Ankaralılar belediye başkanlarını, hülasa herkes her yetkiliyi Anayasa konuşmak için seçecekse, bizim sıradan yaşamlarımızı kim dert edecek?

Kullandığımız toplu taşıma araçlarını, yürüyüşe çıkmak istediğimiz parklarımızın düzenini, çocuklarımızın eğitim alacağı okulların fiziki imkanlarını, evimizde kullandığımız internetin hızını, evde musluktan akan suyun içilebilirliğini, kısacası biz ölümlü, sıradan, önemsiz insanların gerçek dertlerini düzeltmeye kim gayret edecek?

Böyle devam ederse, kimse etmeyecek sanıyorum ki. Cennet vatanımızda milyonlarca insanın sabah uyanıp ailesiyle huzurlu bir kahvaltı yaparken çayını musluktan akan kanserojen olmayan bir suyla demleyebilmesi çok sıradan gelecek herkese. Kahvaltı sırasında haberleri izlediği veya müzik dinlediği ekranda internet hızının yetersizliği nedeniyle takılma olmaması bayat gelecek. Elin gavurunun 50 senedir sahip olduğu gelişmiş toplu taşıma ağıyla sıcak, güvenli, ucuz ve süratli bir şekilde işyerine veya okula gidebilmesi talebi de bayağı gelecek. Akşam iş çıkışında trafikte bir buçuk iki saat vakit kaybetmeden, sinir harpleri yaşamadan evine dönebilmesi, akşam yemeğinin ardından tek başına veya ailesiyle keyifli vakit geçirmek amacıyla parka, tiyatroya, şehir meydanına gidebilmesi de hep ikincil gelecek. Huzurlu çalışma ortamı, adil ve makul ücret, güvenli işyerleri, evlatlarının kaliteli ve parasız eğitimi, Allah korusun bir rahatsızlık yaşadığında alabileceği hızlı ve etkili sağlık hizmeti, kısacası hepimizin hayatın her anında ihtiyaç duyduğu gündelik, sıradan, hakkımız olan kamu hizmetleri… Hepsi ne kadar da önemsiz geliyor kulağa. Anayasa tartışmaları, vatan müdafaası, göçmen sorunu, laik Cumhuriyet vurgusu, Atatürk’ün anısına duyulması gereken saygı, terör örgütleri, bölgesel gelişmeler, İsrail, Hamas, Lübnan, Suriye, Kıbrıs, Ege Adaları… Ülkenin bunca önemli sorunu varken, kim ilgilenecek bunlarla? Böyle sıradan şeyleri önemsiyorsanız şayet, siyasetten, meslek odalarından, yerel yönetimlerden, şirketlerden ve dahi sivil toplumdan ümidinizi keser, vizenizi alabilirseniz tutarsınız gavur illerinin yolunu. Haksız mıyım?

Paylaş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir