Bu gönderiyi okumak için gereken tahmini süre 2 dakikadır.
Trendleri kaçırmamak için beyin göçünü durdurmalıyız demiş TÜSİAD temsilcileri, Bakan Mehmet Şimşek ile yeni kabine sonrası ilk görüşmelerinde. Sıkılan, daralan, maddi ve manevi anlamda ezilen, nefes alacak yer bulamayan eğitimli yurttaşların göçüp gitmelerinin yaratacağı başka bir sorunun daha altını çizmiş. Orta sınıf kentli nüfusun göçü onlar için üretim aracının yitip gitmesi tehlikesi.
Peki ya diğerleri ne düşünüyor?
Üretimini emek yoğun sektörlerde odaklamış sermaye grupları durumdan oldukça memnun. Ücretlerin düşük ve eşit kaldığı, TL’nin reel anlamda değersizliğini koruduğu bir Türkiye, onlar için yüksek kar marjlarının sürekliliği demek. İktidar zaten politikalarıyla bu sermayedarların yüksek karlılığının garantörü. Eğitimsiz, dar gelirli kitleler, yaşayamadıklarını yaşayan yurttaşlarının problemleriyle kısmen de olsa tatmin oluyor. Sesini duymaya en çok ihtiyacımız olan muhalif politikacılar ise TÜSİAD kadar bile ileri gidemiyor. Söylemleri, ekonomik büyüme için yetkin insanlarımızın ve gençlerimizin kalmasının gerekliliğinden ibaret. Onlar için de her şey piyasada değerlenebildiği ölçüde kıymetli.
Ben ise kaybettiğimiz canları beyin göçünden ibaret görmeyi reddediyorum.
Kaybettiğimiz iş yerinde kıdemli bir personel, yaratıcı fikirlere sahip bir girişimci, sorunlarımıza çözümler üreten bir danışman, hastalıklarımıza şifa bulan bir doktor ya da aranan teknik donanımlara sahip bir mühendisten çok daha fazlası. Trafikte kırmızı ışıkta birlikte beklediğimiz, mekanlarda birlikte bir şeyler atıştırdıklarımızdır gidenler. Dersliklerde beraber dirsek çürüttüğümüz, iş yerinde aynı projede çalıştıklarımızdır. Aşırılıklara beraber yuh artık dediğimiz, içimiz sıkıldıkça dertleştiğimiz bir dostumuzdur göçüp giden. Yediğimizi paylaştıklarımız, borç alıp verdiklerimiz; yeri gelince tartıştıklarımız, sinirlendiklerimizdir. Özetle bu hayatı dolu dolu paylaştıklarımız…
Cumhuriyet’in fırsat eşitliğini daha geniş kitlelere sağlayabildiği dönemin mezunları gidiyor uzaklara. Dolayısıyla ekonomik büyümeden ziyade kalkınma fırsatını elimizden kaçırıyoruz. Aynı düşünmesek de, aynı inanmasak da, giydiklerimiz, yiyip içtiklerimiz benzer olmasa da… Devletin kurumları sayesinde aynı masada oturup sohbet edebildiğimiz, tartışabildiğimiz insanlar bunlar. Aynı sorunlarla boğuşan, aynı çıkarlar için savaşan; pes edip gemiyi terketmeden önce gerçekten aynı gemide olduklarımızdı. Benim için yaşananı sadece beyin göçü tanımlaması özetleyemiyor. Makul ile ekstremin savaşında bir yoldaş, kamusal alanda duyarlı bir vatandaş kaybediyoruz.
Peki ya göçmen kardeşim! Sen giderken kimleri cezalandırdığını düşünüyorsun? Nefret duyduklarının, kıymetini hiçbir zaman bilemediklerinden şikayet ettiklerinin umurunda mı sanki bu vaziyet? Asıl cezalandırdıkların eşin dostun, beraber çalıştığın iş arkadaşın… İyiye, güzele olan arzunda görünmez bir toplumsal sözleşmeyle bağlı olduğun senin gibi milyonlarca insan… Kimsenin tek başına bir şey başaramadığı kolektif bir mücadelede bir kişi daha eksik bıraktıklarının hiç kıymeti yok mu? Ben elimden geleni yaptım deyip vedalaştığın insanlar senden az mı çabaladı?
Ya bu devlet dediğimiz soyut kavrama olan borcumuz? Evet, çocuk yaşından itibaren çalıştın, çabaladın. O sınav senin bu ders benim derken yetişkinliğe erişini bile fark edemedin. Peki bu kültürel ve teknik sermayenin gelişiminde tek pay sahibi sen misin? İşçinin, çiftçinin, memurun, esnafın çocuğunu alıp kendi emekleriyle bir şeyler becerebilmesinin önünü açan bu soyut mekanizmanın, bu mekanizmayı vergileriyle çalıştıran milyonlarca vatandaşın çabasını nasıl yok sayarız? Sendeki bu cevher, bu mekanizma olmadan ortaya çıkabilir miydi? Sen bunları onlarsız başarabilir miydin?
Evet! Göçtürenlere değil, göçenlere sitem ediyorum. Göçtürenler zaten bu mücadelede karşımızdalar. Ben ancak bizden olanlara sitem edebilirim. Sitemimin son cümlelerini Erkin Koray’dan seçiyorum:
Haklısın hemşerim
Hoşçakal diyorsan
Bir şey yapamadık
Çünkü halimiz şöyle böyle!