Köksüz ve Avare

Bu gönderiyi okumak için gereken tahmini süre 3 dakikadır.

Efendim öncelikle hayırlı Ramazanlar! Bir Türk’ün şu satırlarını bir Ramazan sohbeti olarak düşünün derim, sohbetleri çok sevmeseniz de ahvalimize dair bir şeyler bulacağınız için yine bir işe yarayabilir. Hatta bakarsınız başka inanç, ideoloji, fikir sistemleri için de hisse çıkarılabilir. Kafamı kurcalayan, çağın vebası gibi gördüğüm ve kendim de kahrını çektiğim iki mesele var; ayağını sağlam basamamak ve bildiğiyle amel edememek.

Zannediyorum lisans seviyesinde memleketin iyi sosyal bilimler eğitimi alınabilecek üniversitelerinden birindeydim. Biraz nasipsiz ve avareydim gerçi ama girip çıktığım derslerle, etrafta konuşulanlarla benim de payıma bir şeyler düştüğünü hissedebiliyorum. Bu eğitimin bir aşamasında ayağımın altında bastığım bir yer olmadığını fark ettiğimi hatırlıyorum. Hani bir zamanlar bastığım yer bir gün ayağımın altından çekilmiş de sonradan anlamışım gibi. Neden? Şimdi düşününce anlıyorum ki birçok teori ve yöntem öğreniyordum. Her söylenene bambaşka bir yerden bakıp söylenen hiçbir şeyi beğenmez hâle gelmiştim; satır araları, gizli mesajlar, kişiyi dile getiren menfaatleri, sosyal yapılar, tarihsel şartlar… her zaman kaçacak bir yer bulabilirdim. Aslında bu kötü bir şey değildir, hatta sağlam bir sosyal bilim eğitiminin buna neden olması gerekir. Böylece kişi günlük, olağan, doğal gibi görünen şeyleri farklı bir gözle inceleyip dayatmaların, yanlışların, bidatlerin farkına varılabilir. Sorun nerede başlıyor? Sorun ayağınızı basacak bir yer bulamadığınızda, bir karara varamadığınızda başlıyor. Mesela; tüm yapıları söktük diyelim, elimizde kalan şey gerçekten özgürlük mü olacak? Bu özgürlük bizi, insanlığı özgür yaşatmaya (hatta en azından yaşatmaya) devam edecek mi? Sonlu bir süreç mi, sonsuz mu? Biz Müslümanların hesaba katması gerek bir şey daha var: bunun (bu misal dışında da tüm amellerimizin) dünyamıza ve ahiretimize ne faydası olacak?

Buraya kadar fazla sosyal bilim sohbeti gibi geldiyse durun dağılmayın! Sosyal bilimin incelediği malzeme toplumsal olan olduğuna göre hepimizi ilgilendiren yanları vardır. Bunlar hakikaten içinde bulunduğumuz (evet, koyulduk ve bulunduk) çağın sancılarıdır. 170-80 yıl kadar önce saçlı sakallı, Ramazan konseptimize de uygun kisveli bir zat “katı olan her şey buharlaşıyor” demişti ve onun takipçisi benzer kisveli bir zat da bu isimle bir kitap yazmıştı hani. Burada bahsedildiği gibi hiçbir şeyin bir karar üzere sabit kalmadığı, insanların yaşamın gerçek koşullarıyla baş başa kaldığı bir devirdeyiz.

“Üstyapı” kurumları beklendiği ölçüde buharlaşıp yok olmasa da bir hayli aşındıkları aşikar. Bunların ahiretlik olanlarının pek bir hükmü kalmadı gibi görünüyor, dünyevi olanları da yeni şartlara uyum sağlıyor, yozlaşıyor, eski ve yeni durumlarının çatışmasıyla sancılar yaratıyor. Sadece kılık kıyafet değil fikirler, zikirler her şey moda oluyor ve her moda köksüzlüğüyle sıradaki rüzgar karşısında savrulup gidiyor. Aslında “şeyleri” moda rüzgarıyla savrulur diye nitelendirmek hakikati perdelemek olur. Savrulup duran insandır. Sorun bilmemek mi? Bakılsa bugün standart bir üniversiteyi bitirdiğimizde geçmişin büyük alimlerinden daha çok şey biliyoruzdur. Her şeyi bildiğimiz bir çağdayız fakat bildiklerimiz neye yarıyor? Demek ki sorun bilmemek değil. Öyle ki çok bilmekten yaşamaya vaktimiz kalmıyor.

Birçok Müslüman yapması gereken ibadeti bilip yapmıyor, inandığımız ideolojilerin, dayandığımız ilkelerin bilgisine sahibiz ancak modern insanın eylemleriyle bunlar arasındaki bağ ya zayıf (genelde fazla yorum yaparak uydurulmuş) ya da hiç yok. Çoğu zaman fikirde tutarsızlık ve eylemle fiil arasında tutarsızlık görmemiz, ayağımızı basacak yer bulamamamızdandır. Köksüzlük öyle bir beladır ki insanı sık sık intihar düşüncelerine sürükler. İnsan ya fiziki olarak her sıkıntıda oraya yaklaşır ya da (Camus’nün felsefi intihar bahsi gibi) düşünmeyi bırakarak yaşar. O zaman bildiklerimizi hakkıyla öğrenecek, hayatımızda nerede durması gerektiğine karar vereceğiz, amaçları bulacak sonra da amaçlarla araçları karıştırmayacağız. Amaçlarımızla basacağımız yere karar veririz, sonrasında da fikir ve eylemlerimizle oraya kök salarız. Düşüncelerimiz, yapıp ettiklerimiz ve yeni öğrendiğimiz yöntem ve bilgiler bir uyum içerisinde birbiriyle birleşmezse fikirlerimiz kök salamaz, kendi içinde ve geçmişten günümüze tutarlı olamaz. Tutarsızlık, köksüzlük her yeni karşısında tereddüt getirir, her rüzgar köksüzü savurur ve alaşağı eder.

Çözüm nedir diye soracak olursanız buna kimliğimden ayrı bir cevap veremem ama kimliğimle de dört başı mamur bir cevap vermeye yetkin değilim, neticede ben bir müceddit bir kutup hatta bir alim de değilim. Oturduğu yerde oturan, 2 satır yazıyı zar zor yazan, GSS prim borcu artan bir adamım. Çağın içindeyken çağın problemlerinden uzak olmam düşünülemez ama bir şeyler de deniyorum hani. Hem yukarıda zikredilen tutarlılığı inşa etmeyi hem de kendimce dayandığım en önemli şeyi Müslüman kardeşlerime de tavsiye ederim; tevhit. Tevhidi anlamanın en iyi yolu da açık ve gizli şirkten haberdar olmaktır. Tevhidi hakkıyla öğrenir ve her sınandığımızda tevhitten yana tercih yaparsak en azından dünyadaki kararsızlıktan kurtulur, ayağımızı sağlam topraklara basarız. Böylece dünya zincirlerinden ve kula kulluktan kurtulur, belki ilk defa, gerçekten özgür düşünürüz.

Allah her şeyi hakkıyla bilendir.

Paylaş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir