Bu gönderiyi okumak için gereken tahmini süre 4 dakikadır.
Taksi sonunda yolun karşı tarafında görünmüştü. Uygulamanın sürekli yanlış konum vermesinden bıkmış bir halde, taksiyi yolun karşısında görünce hemen elimle kendimi belli etmeye çabaladım. Taksici beni görmüştü, bana kornasıyla cevap verdi. İçimden “Kornaya gerek yoktu ama olsun, adamın selam verme şekli de böyle demek ki” diye geçirdim. Taksi yanaştı, kapıyı açtım ve elimdeki çantayla zor bela yerleştim.
– İyi akşamlar, Maltepe Merkez’e gideceğiz. Konum girdim.
– Hoş geldin yeğenim, sağdan mı gideyim düz mü?
– Konum ne diyorsa oradan gidelim abi.
– Konum E5’e veriyor ama dur ben sana bi ali cengiz yapacağım.
Hakikaten de bu saçlarını geçen hafta kazıtmış beyaz kirli sakallı delikanlı ihtiyar, düz gidip ardından bir yerlere sapmış ve telefonunda 32 dakika görünen konum bir anda 29 dakikaya düşmüştü. Onlarca mühendisin ürünü olan teknolojiyi kısa süreli de olsa alt edebilmiş bu ihtiyara saygım katlanmıştı. Sordum:
-Buranın mı taksisin dayı?
– Yok Tuzla, buraya Fulya’dan yolcu getirdim. Turist bir kadın, iki çocuğu var. Neydi o Sarıyer’de bi AVM var, istinye mi ne adı?
– İstinye Park mı?
– Hah, İstinye Park. Kadın oradan Beşiktaş’a konum girmiş. Ben de dedim Beşiktaş’a kadar yolcuyla gelirim, orada yolcu bulamazsam da karşıya geçerim Beşiktaş’tan. İnanır mısın, elli beş dakika sürdü. Üç yüz lira yazdı. Dur kalk, dur kalk tabi. Oradan da Allahın işi işte, Fulya’ya yolcu götürdüm.
– İyi olmuş abi, Allah bereket versin.
Saygım biraz azalmıştı. Acaba turisti dolandırdı mı diye düşündüm, sonra bu delikanlı ihtiyara yakıştıramadım, lafımı yuttum.
– Sende Orta Anadoluluk var mı dayı? Öyle bir hava sezdim.
– Yok Tokatlıyım.
– Tokat’a gittim 4 5 kere. Türkiye’de gördüğüm en medeni şehirlerden biriydi. Trafikte yayaya yol verirler, otobüs için sıraya girerler, esnafı güler yüzlüdür.
– Yemin olsun 60 senelik Tokatlıyım, bunları ilk kez senden duyuyorum.
Hafifçe gülümsedim. Algımızın arasındaki uçurumun olası sebeplerini düşündüm. Jenerasyon farkı mıydı acaba? Yoksa insan geldiği yeri aşağılayarak yükselmeye mi çalışırdı? Bir büyüğümün “Görünen aldatır” sözüyle sonuçlandırdım sorgulamamı. Dayı tekrar söze girdi:
– Benim gördüğüm en medeni memleket Bolu yeğenim. Benim oğlan orada okuyor, trafikte yaya adımını attı mı, araçlar direk durur. Sakin adamlar.
-Bolu’da da adam akıllı restoran yok be dayı! Bolunun mutfağı aşçıları meşhurdur bir de.
– Hay ağzını öpeyim yeğenim! Belki yirmi kere Bolu’ya gittim, hepsinde de aç döndüm. Oğlana sen burada simit poğaçadan başka bir şey yemiyor musun dedim en sonunda. Canım lahmacun çekti, pideci yok ya! Yok Bolu’nun aşçısıymış, mutfağıymış. Lokanta yok lokanta! Gel bizim memlekete. Her taraf çorbacı, lokantadır. Bi kelle içersin, hem de kuzu kellesi, özlersin yani kelleyi!
“Ağzımı öpmeseydin iyiydi dayı” diye geçirdim içimden.
– Senin oğlan ne okuyor orada dayı?
– İktisat. Ama eline bin lira versen sayamaz. Bakalım bitirebilecek mi?
– Öyle deme dayı, olur gider bir şekilde. Oğlan yapıyordur yapacağını da sen görmüyorsundur.
– Ne görmicem Allah aşkına. Ben malımı bilirim.
Oğluna karşı sakladığı güvensizliği beni zedelemişti. Bu parmağında büyükçe kırmızı taşlı yüzüğü gözüme çarpan bıçkın delikanlı ihtiyarın oğluna da bu şekilde konuştuğunu ve böylece oğlunun özgüvenini yerle bir ettiğini hayal ettim. Üzüldüm.
-Bende iki de kız var. Biri sosyoloji bitirdi, yüksek lisansını yapıyor. Pandemi mandemi derken okula gitmedi bile. Şimdi kitap senesiymiş, ondan yine evde. Evde duruyorum madem çalışayım dedi. İyi dedik. Kadıköy’de bir yerde müdür yardımcısı olarak işe girdi, İspanyol firması. Bunlar böyle sosyoloji psikolojiden anlıyorlar ya, yabancılar kıymet veriyorlarmış bunlara. On beş bin lira da maaşı var. Merkezleri Maslaktaymış.
İhtiyar, kızıyla gurur duyuyordu ve başarısını anlatmak istiyordu belli ki. Muhtemelen kızı da ihtiyarın bu arzusunu tatmin etmek için ufak tefek yalanlarla süslemişti bulduğu işi.
– İyi dayı, ne güzel. Bak kendi ayakları üzerinde duruyormuş, okulunu da bitirmiş.
-Öbür kız, Afyon’da uluslararası ticaret okudu. İşini yapmıyor, çocuk bakıyor şimdi. Gitti, çitfçiyle evlendi. Damat oralı, dönüm dönüm patates ekiyor. Kız salak işte! Dengi olmayanla evlendi. Oğlanda para var tabi. Taşı sıksa suyunu çıkarır, sevdim de oğlanı. Ama dengi değil be abi! Kültür farkı var. Kız da mutlu ha. Sevdiler de evlendiler. Ben de bişey diyemedim öyle olunca, ama pek de içim rahat değil. Ben okuttum, bir araba parası harcadım. Gerisi kendi bileceği iş.
Oğluna yaptığını sadece oğluna yapmadığını anlamıştım. İhtiyar, kendi doğruları dışında doğru kabul etmeyen bir adamdı.
– Dayı mutluysa daha ne olsun. Oğlan çiftçiyse güzel de para kazanıyordur. Değme keyfine! Napsın burada, gelsin İstanbul’un çilesini mi çeksin?
– Neyse ne artık, olan oldu. Sen ne okudun yeğenim?
– Ekonomi dayı.
– He sen de bizim oğlan gibisin. Nolacak bu ekonomi, ne diyorsun?
-Valla dayı, çok umudum yok, ne yalan söyleyeyim. Öyle güllük gülistanlık bir gelecek yok. Konut, araç piyasası hep krediye bağlı. Bütçe disiplini hedefiyle kredi muslukları kapanırsa…
Sözümü tamamlayamadım:
-Yeğenim, bak ben sana bişey diyeyim. Tayyip başka, devlet başka. Bu devletin içindeki herkes devleti soymanın peşinde, Tayyip bunlara direniyor.
– Tayyipten korkuyor hepsi ama.
– Sen bakma onlara, hepsi cukkasının peşinde! Ben AK Partili değilim, yanlış anlama. Ama ekonomi iyiye gidecek gibi sanki. Bu şimşeğin önünü açacaklar.
İhtiyar delikanlının “nolacak bu ekonominin hali” diye sorarken, gerçek bir soru sorduğunu zannetmiştim. Yanıldığımı sonradan anladım. Anlatacaklarının olduğunu ve sorduğu soruyu hedefe giden bir basamak olarak kullandığını sonradan fark etmiştim.
Altmış yaşına kadar sesi kesilen bu adam, sesinin duyulmasını arzuluyordu belli ki. Senelerce ciddiye alınmayan, sözü dinlenmeyen bu adam, sözünün ağırlığı olsun istiyordu. Bu delikanlı ihtiyar, kendi doğruları uğruna çocuklarına yaptığını şimdi de bana yapıyordu. Yavaş yavaş parçalar birleşiyordu zihnimde. Öyle yavaş yerleşiyordu ki parçalar, dayının ağına düşmüştüm bir kere, yapacak bir şey yoktu. Sözümü ona diretmek istemiyordum.
– Açıklamalar pek öyle değil gibi sanki ama hayırlısı dayı.
– Bu milletin hepsi dolandırıcı olmuş, sorun insanlarda. Onla bunla olacak iş değil, herkesin şükretmeyi öğrenmesi lazım.
Bu sefer de ben sinirlenmiştim. O da beni anlamıyordu belli ki. Ona kendimi anlatabilmek istiyordum. Sinirim ses tonuma da yansımıştı sanırım.
– Nasıl şükredeceksin dayı, okumuşuz etmişiz, köpek gibi çalışıyoruz. 1 kilo et alırken 50 kere düşünüyoruz.
– Sen de haklısın yeğenim, ne diyeyim.
İhtiyar delikanlının dilinden konuşmaya başladığımı hissetmiştim. Ne yazık ki evin önüne gelmiş bulunduk. İhtiyara karşı nihai saygım yaptığı ali cengizle yükseldiği seviyenin altında kalsa da kendisini anladığımı hissediyordum. Sanırım o da beni anlamıştı. Yarım saatlik yolculuğun ancak son anında anlaşabilmemizin dışında büyük bir sorun yoktu.