Yeni(k) Milliyetçilik

Bu gönderiyi okumak için gereken tahmini süre 5 dakikadır.

Yıllardır hem Türkiye’de hem dünyada milliyetçiliğin sürekli yükseldiği iddia ediliyor. Hakikaten de 1990’lardan başlayarak milliyetçi, ulusalcı tepkiler küresel ölçekte artıp azalıyor. Genelde bu iddia ile birtakım değerlerin korunması temelinde zuhur eden korumacı bir tavır kastediliyor zira kültürler daha sık ve daha sert karşılaşıyor, sermaye daha akışkan, kimlikler daha belirsiz, insanlar daha güvencesiz. Bence bu milliyetçi yükselişlerde ulus devletler çağının eğitimiyle kazandırılmış hassasiyetler, aile ve dinî değerlerin aşınması temel etkenler. Tabii köşe başları “ilericiler” tarafından tutulduğu için bu durum küreselleşme ve demokratikleşme (ki bunlar kendiliğinden iyi ve doğru sanılan kavramlar) süreçlerinin patolojileri olarak okunuyor. Bir de unutmamak gerekir ki “milliyetçilik yükseliyor” vaveylasını koparanlar birilerini tetikte tutmak ve bu yolla güç, para ve şan devşirmek isteyenlerdir. Bunlar milliyetçilik karşısında siyaset yapan siyasiler, demokratikleşme ve milliyetçilik gibi alanlarda araştırma yürüten araştırmacılar, ekonomik çıkarları ulusal tepkiler karşısında tehdit edilen zenginler, çağı yakalamak (hatta geçmek) için yanıp tutuşan çeşitli kesimler gibi farklı aktörlerden oluşur.

Ana akım siyasetin dilinin milliyetçileştiği, hemen her şeye milli ögelerden soslar eklendiği, birçok konuda milliyetçi reflekslerin siyasetin neredeyse tüm aktörlerinde görüldüğü bir ortamda biliyorum bunlardan bahsetmek abes gibi görünüyor. Çünkü aslında önceki paragrafa “e yükseldi ki ülkeyi ele geçirdi, tüm söylemi değiştirdi” vesaire denilerek geçilebilir. Buna hak vermekle beraber milliyetçiliğin tek bir şey olarak anılmasından, kendimle benzemeyenlerle bir çuvala atılıp yerden yere vurulmaktan hazzetmiyorum. Dışarıdan adlandırmalarda da milliyetçiler arasında da hakim diskura göre milliyetçilik diye tekil bir şeyden bahsediliyor, oysa tek tip bir milliyetçilik değil milliyetçilikler var. Buradaki çoğulluğu görenler bile liberal sol gruplar arasından çıkıyor. Kendi açımızdan milletle ilgili her şeyi milliyetçilik adına savunmak da içinde milliyetçilik geçen her şeyi sırtlanmak da bizi çıkmaza sürüklüyor. Zamanında vurguladığım gibi sahihlik iddiasıyla milliyetçilik skalası uydurup buna uyanlar milliyetçidir demeyeceğim zira bunun tek tipçiliğe dayanan yaygın bir hata olduğunu düşünüyorum. Sadece milliyetçilikler içinde durduğum yeri işaretleyeceğim, bittabi diğerlerini eleştirme hakkımdan vazgeçmiyorum. Çünkü farklı milliyetçiliklerin devlet eliyle uygulanmasından farklı tipte milletler ortaya çıkacaktır. Halihazırdaysa iki trend var denilebilir. Birincisi iktidarın resmi ideolojisi olarak milliyetçilik, ikincisi de tabanda yayılan milliyetçilik. Bu ikincisi ilkiyle kesişebiliyor ancak farklı incelenmelidir, ayrıca yeni olduğu da iddia edildiği için ona bilhassa bakmak istedim. Zaten bu konular tek yazıda bitmeyeceği için çeşitli bağlamlarda sürekli bu konulara dönülecektir.

Öncelikle devlet eliyle yürütülen bir milliyetçi söylem ve politikalar ağı var. Burada daha çok hamaset ve değişen çıkarlara uygun olarak bir şeylerin sürekli millî ya da gayrimillî ilan edilmesi söz konusu. Beka söylemine ve güvenlik diline indirgenen bu milliyetçilikle bir şeylere kılıf uydurmak çok kolaylaşıyor, bir gün beka gereği Körfez ülkeleriyle çatışırken diğer gün sevişebiliyoruz. Mesela artan tarih dizileri, bunlardaki renksizlik ve hamaset bunu en güzel temsili olabilir. Yalan yok sene içinde bu dizilerde neler olduğunu merak edip açtığım oluyor. Genelde takip etmediğim bu dizilerde ülke gündemiyle şaşırtıcı paralellikler görmem de tesadüf değildir herhalde. Bu dizilerde de günlük hayatta da dost düşman sürekli rol değiştiriyor, içeride ve dışarıda iyi, doğru ve millî olan sürekli renk değiştiriyor. Görebildiğim kadarıyla bey ya da sultan hep bir şekilde en doğruyu bulup çıkaran, kendi bildiğini okuyup işleri kotaran hikmetli kişiler oluyor. Güncel siyasetteki mistisizmle ne kadar benzeşiyor değil mi? Bu milliyetçiliğin devleti merkeze alan, devlet kutsallığı etrafında devletle bağlantılı her şeyi kutsayan bir temelde geliştiği de gözden kaçmıyor. Haliyle güncel siyasette ilk trend olarak andığım devletli milliyetçilikte milliyetçiliğin tutarlı ölçütlerini bulmak zorlaşıyor. Genellikle geleneksel milliyetçi tezlerin bir sos olarak bu tipte kullanıldığını söylemeden geçmeyelim. Bu sebeple daha aşina olunduğunu varsayıyorum. Ayrıca üzerine çok yoğun analizler yapıldığı için yeni olduğu iddia edilenin yeniliğini sorgulamaya geçiyorum.

İkinci trend yeni olduğu iddia edilen bir tip, bu trendin karakteristiği ise sekülerlik ve göçmen karşıtlığıdır. Bu tip bana iktidar karşısında klasik ulusalcılığın kanlanıp canlandığını, yeni bir şeyin olmadığını düşündürüyor. Evvela altı doldurulmamış bir Atatürk vurgusu yaygın ve yukarıda zikredilen tipin beka söylemine benzer şekilde içi istenildiği gibi doldurulabilen bir imaj söz konusu. Ayrıca Siyasal İslamcılığa bir tepkiyle dinden topyekûn uzaklaşmadan bahsedilebilir, bunun “yerli ve millî” söylemiyle ehlileştirilmiş bir İslamcılık karşısında bile böyle kendini göstermesi daha da dikkat çekici. Burada devletin kutsallığı konusunda bir yeknesaklık olmasa da genel olarak devleti sorgulayan bir tavır olduğu söylenebilir. Göçmenler (yasal, kaçak fark etmeksizin) daha çağdaş bir sorun olduğu için bunun üzerinden bu milliyetçilik tipine bakanların bunu yeni diye adlandırması doğal gibi görünüyor. Ötekiyle kurulan ilişki bağlamında düşünüldüğündeyse ortada yeni bir şey olduğunu söylemek zor. Beni böyle düşünmeye itense göçmenler karşısındaki ikircikli tavır. Mesela Suriyeliler (genellikle sığınmacı) ve Afganlar, Pakistanlılar (genellikle kaçak) için çok sert bir öteki kurgusu (ve tabii düşmanlığı) varken konu Ukraynalılar olunca tavırlar çeşitleniyor. Hatta Ukraynalılar hakkında daha hoş sözler söyleyen, onların en azından “Batılı”, eğitimli, insancıl olduğunu iddia edenler de hiç azımsanacak gibi değil. Zaten tam da bu sebeple bahse konu trendin ulusalcılığın dirilişi olduğunu düşünüyorum. Ulusalcılığın benim için ayırt edici özelliklerinden biri sözde Şark ve sözde Garp imajları üzerinden kendini Şarklı olmamakla tanımlama şeklidir. “Biz Şarklı değiliz bakın bunlar Şarklı” gibi bir tavırla Araplar ve Arap olduğu sanılanlar üzerinden kendini söylemsel Batı’ya eklemleme durumu şimdi göçmenler üzerinden yeniden üretiliyor.

Peki hiç mi yeni bir şey yok? Aslında kitle itibarıyla yeni olduğunu söyleyenler var. Ben de onlara katılıyorum. Daha şehirli ve daha eğitimli Türkiye’de bu yeni neslin de daha şehirli ve daha eğitimli (sadece eğitim görülen yıl itibarıyla, nitelik sorgulaması buranın meselesi değil) olması gayet doğal görünüyor. Bunun dışında bu yazıda ikinci trend denen, birilerince yeni olduğu iddia edilen tip milliyetçilik ilk tipin inşa ettiği millî atmosferin sayesinde daha da geniş kitlelere açılıyor. 15 Temmuz veya önceki sene Çözüm Süreci’nin bitişi evvelinde milliyetçilik çok daha az kişi tarafından iddia edilen bir özellikti. Yaygın olarak da milliyetçiliğin doğrusu milliyetçilere öğretilmeye çalışıyordu, milliyetçi sağ dışında milliyetçiyim diyenler bir sürü tevil sonrasında bu sıfatı kullanıyordu. Ancak son 7-8 yıllık dönüşüm ve ilk milliyetçiliğin hâkim söylemsel gücü kişilerin kendini böyle tanımlamasına alan açtı. Şimdi AKP’lilerin çocukları için de solcuların çocukları için de milliyetçilik kendilerini daha makbul ve iyi bir yerde göstermelerini sağlayacak bir pozisyon. Bu kadar hamasetin arasında kendilerinden eksilen özelliklerin yerine (mesela dindarlık ya da sınıf bilinci) vatan millet edebiyatını koymaları da şaşırtıcı değil. Hem iktidarın bir parçası değilim hem de çok makbul bir insanım demenin yeni yolu önüne arkasına sıfatlar koyarak milliyetçilik iddia etmek gibi duruyor. Burada henüz kendini kanıtlama çabası baskın olduğu için bir şeylerin altı pek doldurulmuyor, milliyetçi düşünürlere ilginin cılızlığı veya Türk kültür ve edebiyatına entelektüel merakın zayıflığı bunun basit bir göstergesi. Belli imgeler ve ezberler terennüm edilirken bu kişilerin kendi seslerini duymak mümkün olmadı. Sıklıkla liberal tezlerle kendini ifade eden bu sözde yeni tipin özgün bir önerisi olduğunu iddia etmek zor. Bu sebeple bunlarla tartışmalarımız liberallerse liberal olduklarını kabul etmeleri, farklılarsa ne olduklarını göstermeleri ve bunun milliyetçilikle ilişkisini kurmaları sayesinde selamete kavuşabilir.

Günün sonunda milliyetçiliklerin yükseldiğini söylemek kolay ve bir ölçüde doğru. Şu durumda milliyetçiliğin akli ve vicdani olarak yenik olduğunu iddia etmek mümkün. Daha çok hamasete, reaksiyonlara dayanan tavırlar arasında kısık bir ses, vicdan ve akıl çağrısına devam ediyor. Kuru hamasetten sıkılmış, dünyayı ve ülkesini ilgilendiren meselelerde eğitim almış olan veya almaya devam eden bireyler milliyetçiliği dışlamıyor ancak kendine benzerlerle de buluşamıyorlar. İşte bu sahada aklıselim ile meseleleri ele alıp milliyetçi bir tavır nasıl geliştirilir sorusu akıl ve vicdan sahiplerini beklemektedir. Türk budur, milliyetçilik budur deyip bir kanun gibi bunu koymanın mümkün olmadığını bilecek kadar okuryazarım. Ancak milletin ve milliyetçiliğin ne olduğuna ve nasıl olabileceğine dair bir şeyler söylemek ve bunları tartışmakla daha iyi ve anlamlı bir yere ulaşabileceğimizi de düşünüyorum. Bu da bir tavır inşa ederken ihmal edilmemesi gereken temel hareket noktasını oluşturacağı için önemlidir.


*Yazıda kullanılan tablo romantik ressam Ivan Ayvazovski’nin “Batan Gemi” eseridir.

Paylaş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir